Eliot ve Patlayan Purolar
Yakın zamanda sohbet ettiğim kıymetli bir dost bana Nuri Pakdil’in kitap okuma rutinini anlatmıştı. İlk dinlediğimde bunu mutlaka yazmalıyım demiştim. Duyduğuma göre Nuri Pakdil, kitap okumaya başlamadan önce tıraş oluyor ardından takım elbisesini giyiyor ve daha sonra okuyacağı kitabı eline alıp öyle okumaya başlıyormuş. Nuri Pakdil’in bu tavrı okumaya, kitaba, bilgiye ne derece önem verdiğinin bir göstergesidir. Yani yaptığı işi ne kadar ciddiye aldığını görmemiz açısından zannımca en iyi örneklerden birisi bu anekdottur.
İş özel hayata gelince mesele daha başka bir boyut alabilir. Mesela, 1888’de ABD’de doğan ünlü İngiliz oyun yazarı, şair, yazar, eleştirmen T. S. Eliot’u ele alalım. Eliot’un temsilcilerinden olduğu Ekspresyonizm olarak da bilinen “dışa vurumculuk”, doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımıdır. Yazı ve şiir hayatında ciddiyeti ve ağırbaşlılığıyla bilinen dışa vurumcu Eliot, özel yaşamında eşek şakalarına, ses çıkaran yastıklara ve patlayan purolara bayılan birisiydi. Bir fırsatını bulup da yanına gitmiş olsaydınız büyük ihtimalle ya size güzel bir eşek şakası yapardı ya da patlayan bir puro ikram edip sizin şaşkınlık geçireceğiniz o anın keyfini çıkarırdı.
Yazardan Eleştirmene Dayak
ABD’li romancı, hikâye yazarı ve gazeteci Ernest Hemingway de işini ciddiyetle yapanlardan biriydi. Bu ciddiyetin bir göstergesi olarak da aldığı Nobel ve Pulitzer ödüllerini örnek gösterebiliriz. Ancak Hemingway, Eliot gibi özel yaşamında eşek şakalarını seven ya da eleştirileri makul karşılayan bir adam değildi. Hatta sınırımı aşarak şöyle bir tespit bile yapabilirim: Hemingway, ciddiyet meselesini biraz fazla abartan bir yazardı. Çünkü bir seferinde kendisi hakkında ağır bir yazı yazan eleştirmeni ilk karşılaştığı yerde tutup yere devirdiğini biliyoruz. Bu konudaki rivayetler şehir efsanesi değil, gerçektir sevgili okur. Benim, Batı edebiyatında örneğine rastladığım bir yazarın eleştirmene attığı ilk dayak olayı da budur. İyi ki kendisini ziyaret edip eserini eleştirmemişim dediğim bir adamdır aynı zamanda.
Nurullah Ataç’ı Kim Tekmelediyse Ortaya Çıksın!
Beşir Ayvazoğlu’nun naklettiğine göre Nurullah Ataç da eleştirdiği Oktay Rifat ve Melih Cevdet tarafından bir güzel ıslatılmış. Garip şiirinin bu iki önemli siması, Ernest Hemingway’i mi örnek almışlar, bilmiyorum. Fakat anlatılanlara bakılırsa iki kafadar şair, bir gün eleştirmen Nurullah Ataç’ın yolunu keserler ve “Sen nasıl bizim şiirlerimizi beğenmediğini söylersin?” diyerek başlamışlar tekmelemeye. Evine, gitmeye çalışan Ataç’ın elindeki helvalar fırlayıp paltosuna yapışmış, şapkası yere düşmüş. Eve gittiğinde pantolonunda Melih Cevdet Anday’la Oktay Rifat’ın tekme izleri hâlâ duruyormuş. Ataç’ın kızı Meral Tolluoğlu, buna rağmen babasının bir gün kalkıp Melih Cevdet’in evine gittiğini ve orada da dayak yediğini anlatıyor. Ataç’ın, dayak yediği adamın evine tekrar gitmesi ve istikrarlı bir şekilde yeniden dayak yemesi de takdire şayan bir tavır.
Babıali’de Peyami Safa’ya küfrettiği için Necip Fazıl’ın Ahmet Haşim’i tokatlaması meselesi de ilginçtir. Ancak orada bir eleştirmen-yazar diyalogundan ziyade, iki yazarın tartışması ve üçüncüsünün devreye girerek muhatabının yüzünü al renge boyayan iki tokat aşk etmesi daha farklı bir konu gibi duruyor. Üstat Necip Fazıl, Ahmet Haşim’e küçük bir ahlâk dersi vermiş, ufak tefek görüp Karamürsel sepetine benzettiğin her adama sövmeyeceksin, vecizesini hafızasına kazımış. Eline koluna sağlık diyerek bu bahsi geçiyorum sevgili okur.
James Joyce, Marcel Proust’u Döver miydi?
Her yazar ve şair biraz ciddi, zaman zaman da biraz şakacı olabilir. Bazen de yan yana gelip hoş sohbetler ederler. İlla iki şair bir araya geldiler diye Nurullah Ataç gibi bir eleştirmen bulacaklar ve tekme tokat dövecekler değil ya! Mesela getirdiği anlatım yenilikleri ile 20. yüzyıl edebiyatını derinden etkileyen İrlandalı yazar James Joyce ve Fransız romancı, oyun yazarı ve eleştirmen Marcel Proust bir kez bir araya gelmişler. Buluşmaları büyük bir merak konusu olan yaşı ilerlemiş bu ikili, sanki bir parkta tevafuk eseri yan yana gelmiş iki yaşlı gibi mustarip oldukları hastalıklardan birbirlerine bahsetmişler. Sohbet koyulaşınca da ikisi de, birbirlerinin kitaplarını okumadıklarını itiraf etmişler. Şimdi düşünüyorum da bu ikiliden birisi diğerinin eserini az çok okumuş olsaydı o kişi kesinlikle Marcel Proust olurdu. Bir de gaflete düşüp eleştirmen olmanın verdiği dayanılmaz ağırlıkla Joyce’u, Nurullah Ataç gibi yapıp eleştirseydi, Joyce, sömürge imparatorluğu vatandaşı olan Proust’u gözünün yaşına bakmadan içimizdeki İrlandalı boksör gibi döver miydi? 7 ciltlik “Kayıp Zamanın İzinde” yazarı, yediği dayaktan sonra kalkıp tekrar İrlandalı yazarın evine gider miydi?
Davut Bayraklı
5 Yorum