Zindanda Sanat

Feyza Yapıcı, zindandaki çırpınışları sanatçılar üzerinden okuyor.

***

Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” kitabı “İnsan hür doğmuştur ve fakat her yerde zincirler içindedir.” cümlesi ile başlar. Bir tabiî hukukçu olan Rousseau’nun bu cümlesi hukuki-siyasi boyut taşır fakat ben bu cümleyi biraz evriltmek istiyorum. Zira insan hür doğmuştur fakat her yerde kendi benliğindeki zincirler içinde kıvranmaktadır. Zindandan çıkış için çırpınan bir insanın hâlet-i ruhiyesi nasıldır? Bu ruh halini herhalde en sarih biçimde sanat eserlerinde görürüz. Zira sanat eseri sanatçının kurtuluş arayışlarını net olarak yansıttığı yerdir.  Dindar olsun ya da olmasın hatta Allah’a inansın ve ya inanmasın her sanatçı bir metafizikçidir. Zira Nurettin Topçu’nun dediği gibi sanatçı “Tabiat ve kâinat varlıklarının evrensel dengesine ve derin sırrına ulaşmak, bu ahenk ve sırda kendi varlığının mutlak tasdikini, bir kelime ile kurtuluşunu aramaktadır.” Her sanatçı hakikatin peşindedir. Tıpkı Necip Fazıl’ın şu dizelerinde olduğu gibi: Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

Sanatçı, derdi olandır. Bu derdi de eserine aktaran, “Ben kimim?” diye sorandır. Bu derdi şairin mısralarına aktarışına, bir yazarın cümlelerine aktarışına yabancı değiliz. Fakat ben bu kez derdini çizen, derdini kille taşla yontarak sanat eserine dönüştürenlere bakmak istiyorum. Onlar neler anlatıyorlar bize? Bir şairin mısrası ile bir ressamın tablosu veyahut bir heykeltraşın heykeli aynı duyguları husule getirmez mi? Örneğin Van Gogh’un “sonsuzluğun eşiğinde” isimli tablosunu incelerken, onun zindanını büyük bir acı ile hissedebiliyoruz. Sandalye üzerinde oturan yaşlı adam yumruk yaptığı elleriyle yüzünü kapamış, dirseklerini bacaklarının üzerine dayamış ve öne doğru eğilmiştir, ağlamaklı ve yıkılmış bir durumdadır. Bu tabloda Van Gogh kendi yıkılmışlığını resmediyordu. Bu tabloya bakarken insanın tek başına eksikliğini, bu eksiklik karşısında duyduğu derin acıyı ve bu eksikliğin zindanından kurtulmaya çalışan Van Gogh’u görüyoruz. Van Gogh’un bu tablosu “Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?” diyen Necip Fazıl’ı hatırlatır adeta.

Michelangelo şöyle diyordu: “Geceleyin tek başıma ıstırap beni ayakta tutar, toprağa uzanmış olarak kendimi yer bitiririm.” Ve heykelleri bu ıstırabını haykırır. Michelangelo’nun heykellerini incelediğimizde “köle” temasına çok rastlarız işte tam da bu sebeple. 1519 yılında Uyanan Köle, Genç, Sakallı, Atlas olarak isimlendirilen bu dörtlü heykellerde figürler tutuldukları hapisten kasılarak kurtulmaya çalışırlar. Özellikle “Atlas” heykelinde figürün omuzların muazzam bir yük taşıdığını, bu yükü taşırken kendi içine doğru bükülmüş bedenini görürüz. Nurettin Topçu’nun işaret ettiği gibi Michelangelo’nun her eserinde kurtulmaya çalışan bir köle vardır. Ve şu ya da bu şekilde temsil edilen hep Michelangelo’dur, hep kendisidir. 1513 yılında “İsyankâr Köle”, “Ölen Köle” olarak isimlendirilen heykeller de yine ruhunu zincirlerinden kurtarmak isteyen insanın kavgasını çok net görmemizi sağlıyor. “Ölen Köle” yi dikkatle incelediğimizde insanın bileklerini, gövdesini saran bantlar görürüz. Bu bantlar insanı esir eden zincirleri temsil ederler. İnsan figürünün yüzünde ise bitkinlik ifadesini çok net görürüz.

Yukarıda “Sonsuzluğun Eşiğinde” tablosundan bahsettiğimiz Van Gogh, ismini sık sık işittiğimiz bir ressam. Kendi hapishanesinin kurbanı bir ressam… Çok genç yaşta intihar eden bu adamı anlayabilmek için bize en fazla yardımcı olabilecek kaynak ise kanaatimce “Hapishane Avlusu” (1890) isimli tablosu olsa gerek. Bu tablo insana müthiş hüzün ve acı veriyor. Tabloyu yaptığı sırada bir klinikte tedavi altında olan ve ağır buhranlar içinde kıvrılan Van Gogh hapishane avlusundaki 37 adamı, kasvetli duvarların acımasız soğukluğu, içindeki çaresizliğini çizmişti. Bu adamlar bir kısır döngüyü hatırlatır şekilde daire çizerek bitkin vaziyette yürüyorlardır. Kısır döngüden kurtulamayan Van Gogh… Hemen adamları incelemekten kendimi alıp biraz dikkat ile tabloya baktığımda ise beni hayrete düşüren ilginç ayrıntıya takıldı gözüm. Bu kısır döngünün yukarısında iki adet beyaz kelebek uçuyordu. Van Gogh mektuplarında sürekli “Tanrı” yı aradığından bahseder. Ara sıra İncil’i okuduğunda babasının kendisine bahsettiği Tanrı’dan daha farklı bir Tanrı gördüğünü, din adamlarının Tanrı’sının ona cansız geldiğinden bahseder. Ama aradığı Tanrı’yı da bulamamaktadır. Bu tablodaki iki beyaz kelebekle bize aslına bir kurtuluş yolu olduğunu bildiğini mi söylemek istemektedir?

Yine Van Gogh ile ilgili ilginç bir noktaya temas etmek isterim. Van Gogh’un, “gece” temalı tablolarının sayısı ise epey fazladır. “Yıldızlı Geceler”, “Aries’te Gece”, “Beyaz Ev”, “Gece”, “Kargalarla Buğday Tarlası”, “Rhone’da Aşırı Yıldızlı Gece”… bunların sayısını artırmak mümkün. Bu kadar gece temalı tabloya rastlamak, selameti arayan bu adamın, gecenin Allah’ın varlığında selameti bulan ruhun kurtuluşu, zahiri tüm varlıkların gecede kayboluşunu ifade etmesi ile arasında bağlantı kurmaya götürdü beni.

Bir akıl hastanesinde ölen Mikhail Vrubel’in “İblis” adlı tablosuna baktığımızda, uzaklara acı ile çaresizlik ile bakan genç bir adam görürüz. Bu genç adam mavi-mor karışımı insanın içini karartan bir gökyüzü altındadır. Bu genç adamın bütün vücudu kir içindedir. Ve genç adam dikkatleri özellikle çekmesi isteniyormuşçasına çok güçlü kollara sahip. Bu adamın kollarındaki güç nefsini, bakışlarındaki acı çaresizlik ve vücudunun bu denli kirli olması ruhunu mu temsil ediyordu?

Kolombiyalı ressam Fernando Botero’nun tabloları ise bir “başkaldırı”dır. Zira bambaşka bir üslupla pozitivizme, başkaldırır. Onun resimlerinde hiçbir figür normal boyutunda değildir. O resimdeki figürleri abartır, genişletir. Tablolarını incelediğimde bu abartmalar ile Botero’nun pozitivist bakış açısının dayattığı salt gerçekliğe başkaldırdığı fikrini edindim. Fakat Botero’nun tablolarında sivri ve keskin uçlara hiç rastlanılmaz, çizgilerini sürekli yuvarlar. İşte bu bağlamda Dücane Cündioğlu bence haklı bir biçimde şu yorumu yapıyor, “Botero, gerçekliğe temas etmekten korkuyor, hakikate temastan.”

Caravaggio dini temalı tabloları epey fazla olan bir ressam. Fakat bu tablolara baktığımızda “huşu” nun aksine “acı” ile karşılaşıyoruz. Mesela diğer ressamların aksine Caravaggio, Hz. Meryem’i yücelterek çizmemiştir. Aksine Hz. Meryem’i son derece insanileştirmiş, yüzüne bazen acı, bazen sert bir bakış, bazen kızgınlık vermiştir. Benim en fazla dikkatimi çeken tablosu ise Hz. İsmail’i resmettiği bir tabloda, Hz. İsmail’in yüzünde teslimiyetin değil ölecek olmaktan korkuyor olmanın yüzüne verdiği acı; yine Hz. İsmail’i resmettiği bir başka tabloda ise bu kez Hz. İsmail’in yüzünde bir huşu oluşu idi. Caravaggio neden iki ayrı İsmail çizmişti. İlk çizdiği İsmail kendisi miydi? Caravaggio, kendi kusurları, yetersizlikleri ve kısıtlılığının farkında ve tüm insanlar gibi, en büyük hesaplaşmayı kendiyle yaşıyordu. Caravaggio, hırsı ve kibri ile meşhur bir adam. Onun kendini en iyi anlattığı tablolardan biri ise; Caravaggio’nun son eseri olduğu tahmin edilen Davut-Goliath tablosu. Bu tabloda elindeki kılıç ile Goliath’ı  öldüren  genç Davut, Goliath’ın kestiği başını elinde tutuyor. Goliath, Caravaggio’dır aslında.  Davut’un elindeki kılıçtaysa, şu harfler var:

“H-AS OS”; yani Latince, “Humilitas occidit superbiam”.

“Alçakgönüllülük, kibri yener.”

Şunu söyleyerek bitirmek isterim ki bu sanatçıların ıstırabını eserlerinde derinden hissettim. Bu sanatçılarda Nurettin Topçu’nun bir tezi olan “estetik iman” vardı. Yani hakiki yola ulaşmak için çekilen bir çile göze çarpıyordu fakat kurtuluş arayan sanatçının kurtuluşunun tek çaresi olan “isyan” yoktu bu eserlerde. Evet, sanatçı başka hayata özlem duyandır, insani yetersizliğinin farkında olandır, sanatçı çile çekmektedir, kurtuluşu istemektedir, kendi ferdiyetini dar kalıplar içinden çıkarmak ister. Bunların hepsi var bu sanatçılarda. Fakat değişim yoktu zira değişim isyandadır. Yetersizliği ilahi şuur ve hareket mükemmelliğinde yok etmektir isyan. Bu eserlerdeki tüm insanlar, gökyüzü, çiçekler, martılar, kelebekler… sanki şu sorunun cevabı için çırpınıyordu: Biz bu zindandan nasıl çıkacağız?

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • sevim , 22/03/2014

    çok beğendim

  • necati Sümer , 21/03/2014

    Çok değerli ve samimi bir yazı olmuş tebrik ederim.

  • Asım Yapıcı , 21/03/2014

    Tebrikler kızım. güzel bir yazı olmuş . çokkk beğendim.

  • bi yalnışlık var , 21/03/2014

    sanat hakkında güzel bi yazı olmuş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir