Düşünme ile Aramızdaki Duvarlar

Bir felsefe terimi olarak “akıl” şöyle tanımlanır: “Varlığın hakikatini idrak eden, maddi olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç.” Anlama ve düşünme melekemiz olan aklın her ne kadar böyle bir tanımı yapılsa da; zan, hayal, öfke ve arzu gibi duyguların esaretine girdi mi asli görevini yapamaz ve yanlış hüküm verir hale gelir.

Düşünce, eldeki verilerden elde olmayanlara, yani bilinenden bilinmeyene zihni olarak varma yolculuğudur. Düşünmenin amacı anlama ulaşmaktır. Etrafımızda gelişen olaylara bir anlam vermek, kendi varlığımıza dair doyurucu bir manaya ulaşabilmek ve tüm bunları bir üst değerde birleştirip bütünsel bir bakışa kavuşma isteği bizi düşüncenin eteklerine getirir.

Rağıb el-İsfehanî, “tekefekkür”ün (düşünmenin) “bir şeyi ovmak, kabuğunu yok edip hakikatine ermek anlamındaki “ferk” kelimesindeki “r” ile “k”nın yer değiştirmesiyle meydana geldiğini söyleyen dil bilginleri olduğunu söyler. Yani düşünmek görünenin ötesine geçmektir. Eldeki verileri analiz etmek ve böylece perdeyi kaldırıp görünmeyeni görünür kılmaktır. Düşünce dediğimizde karşılaştırma, bağlantı kurma, yargılama, analiz etme, sentez yapma gibi bir sürecin içinde kendimizi buluruz. Bu sebeple düşünme basit bir eylem değildir, bilakis komplikedir. Hakkı verilmesi gereken birçok adım içerir.

Her ne kadar insan düşünen bir varlıktır, hareket ve eylemlerinde mantık vardır desek de akıl dışılık ve mantıksızlık birçok karar ve hayatımız pek çok yerinde kendini gösterir. Zamanımızın çoğu ciddi bir akıl yürütme ile alınan kararlara uygun şekilde geçmez. Bilakis mantıksız umutlar, ezbere hareketler, sebepsiz duygulanımlar, geçmişin yâdı ve basitlikler ile vaktimizi doldururuz. Bilinçli bir zihinsel süreç sonucu bir yerlere vardığımız anlar son derece seyrektir. Çünkü düşünme yeteneğine sahip olmak, düşünmenin hakkını vermek demek değildir. Ve hakkı verilmeyen her varlık, ontolojik olarak eksik kalmaya ve hakikatini saklamaya mahkûmdur. İnsanı tanımlarken “düşünen canlı” tabirini kullanıyoruz. Yani insanı insan kılan düşünmesidir. Yoksa başka bir vasfı ile tanımlardık! O halde insan düşündükçe insanlaşır ve düşünmeden uzaklaştıkça insanlıktan da uzaklaşır. Aynı şekilde insanın kendine kendi dışından ve dünyaya da dünyanın dışından bir bakış açısına ulaşması gerekir. Doğru bir akıl yürütme için bu kaçınılmazdır ve bu söylediğimi başaracak dünyadaki tek varlıkta insandır.

Düşünmek kendini bir dünyaya dâhil etmek demektir. Düşüncenin vardığı yer ise bu dünyanın sınırlarını belirler. Düşünen insan soru sorar. Her soru ise en az bir cevaba âşıktır. Dolayısı ile düşünce soruyu, soru düşünceyi doğurur ve geliştirir.

Akıl ister istemez varolanları bir bütünlük içine yerleştirmek ve böylece külli bir anlam varmak ister. Bu aklın kaçınılmazıdır. Böylece tek bir anlama ulaşılmış olur. Tüm soruların cevaplarını kapsayan anlama…

Ömer Mahir Alper, bilginin üç temel koşulu olduğunu söyler: “Acziyet duygusu (‘Ne kadar cahilim’), itaat isteği (‘Hakikate boyun eğmeliyim’) ve yetkinlik arzusu (‘Tanrı’ya benzemeliyim’).” Bu üç koşul yerine getirilmedikçe düşüncenin meyvesi olan bilgi oluşmaz. Peki insan neden düşünmenin hakkını veremez, düşünmenin önündeki engeller nelerdir?

Düşünmenin önündeki engellerin en başındaki düşüncenin kendisidir. Yani aklın önündeki en büyük engelin aklın kendisidir. Konuyu açalım.

Olayları olduğundan daha basit görme, meydana gelen olaylar arasındaki bağlantıları görememe, acele karar verme, zihni alışkanlıklar, sebeplerin yeterince sorgulanmaması, bakış açısı darlığı, tecrübe eksikliği ve önyargılar doğru düşünmenin önündeki engellerden sadece bir kaçıdır. Her şeyi kendinin bildiğini sanma ki buna benmerkezci düşünme denir, yine insanın en büyük putlarındandır. Çünkü ben merkezci düşünme yanlı bir düşünme şekli olduğu için bakış açısını darlaştırır, sebepler arasındaki bağlantıların farkına vardırmaz, kolayca genelleştirme hatasına düşürür.

Yine kibir, taassup, dogmatizim, ülfet ve taklit de düşünmenin önündeki engellerdendir. Her sorunun sadece bir cevabı olduğunu sanmak ise düşünceyi öldüren ve soru sorma yetisini dumura uğratan bir başka hastalıktır. Bu durumun daha vahimi ise kişinin bu tek cevabı da bildiğini sanmasıdır.

Dogma, akıl ilkeleriyle doğrulanmamış görüşlerdir. Apaçık doğru sanıldığı için üzerinde düşünülmeyen, yanlış olması akla bile getirilmeyen ve de tartışmaya kapalı olan görüş ve önermelerdir. Dogmanın olduğu yerde akıl devre dışı kalır. Çünkü peşin inanmayı gerektirir. Şüphe kapıları ve soru pencereleri sürekli kapalıdır. Doğmanın özünde ön kabuller olduğu için herhangi bir ispat gayreti belirmez. Ve de insanın düşünmesi engellenmiş olur.

Sürekli başkalarının kendi yerine düşünmesini isteyen ve zamanla bu duruma alışan biri de düşünme yetisini kullanamaz hale gelmiştir. Peşin hüküm, belli düşünce kalıplarıyla düşünmek de engellerden diğerleridir. Kişinin inandığı değerler ve anlam dünyası dışında bir doğru olamayacağına hükmetmesi, doğru düşünmesi önündeki en kuvvetli kalelerden biridir.

Yeniliklere kapalı olmak da düşünmeyi engeller. Yeniliğe kapalı olmak belli bir zamana haps olmak demektir. Ve kişi haps olduğu zamanın anlam haritası dışına çıkamaz. Hâlbuki akıl yeniliklere, farklı fikirlere açık olmalıdır. Zira akıl seçenekleri çoğaltma işlemidir aynı zamanda.

Her ne kadar akıl, metafizik meselelerde kesin sonuçlar elde etme konusunda çaresiz olsa da yine de fizik ve fizikötesi hakkında düşünmekte ve yoluna devam etmektedir. Çünkü düşünceye akıl yol veremez hale gelirse devreye duygu ve şehvet girer ve Martin Heidegger şu sözü doğru hale gelir; “En kaygı verici olan bizim hâlâ düşünmememizdir.” Unutmamalı ki yanlışın neden ortaya çıktığını tespit etmek doğruya bir adım daha yaklaşmaktır. Ve nefes alıyor olmak aslında doğruya bir adım daha atmak için umudun ta kendisidir.

Sulhi Ceylan

Budak Dergisi, 4. sayı

DİĞER YAZILAR

6 Yorum

  • seç-man , 10/02/2020

    Düşüncede referans ne olmalıdır?

    Düşünceyi övmek her kişinin harcı. Er kişi harcı ise düşüncede doğru referansları temin etmektir. Riyadan, kibirden ve benzeri hodbinlik kokan düşüncelerden arinmanin yolunu bilerek dusunebilmek yani hakiki tefekkür hâlini yakalamak doğru referanslar ile olur.

    Yazıda doğru referansa engel durumlar açık bir dille ifade edilmiş. Burası mühim! Zira bu yazının cahilistanda ‘İslamin düşünceyi bitirdiği’ zanninda çığıran guruha varlığı ile cevap olacak bir yazı olabilecek nitelikte olduğu kanaatindeyim. Yeter ki idrak niyetiyle okunsun.

    Sulhi Hocam’ın kalemine sağlık.

    • molla kâsım , 11/02/2020

      “Doğruya ulaşmak umrumda bile değil”

      diye iddialı bir başlıkla gireyim konuya :)

      yukarda yazılanları bilmek durumundayız fakat yaşarken hayatı ne yapacağız?

      doğru-yanlış kavramı ve onun getirdikleri büyüleyici bir o kadar da sahte ve sun’i. Ne vakit istila etmiş zihinlerimizi?

      Bir müslüman olarak zihnim doğru-yanlış analizini yapacak bilgiye ulaşıp zorlanmadan mesafe katedebilir fakat Hak mı batıl mı boyutunda eksik kalabilir mi?

      Yahut da zihnim doğru-yanlış analizini yapmakta eğitimsiz olabilir fakat Hak- batıl noktasında eğitimliysem beni hakikate taşıyabilir mi?

      Mesela bilinçaltı temizliği adı altında tedaviler (theata healing , nlp vs) doğru olabilir ve insanları iyileştirici büyük etkileri olabilir ve bu doğrulanabilir fakat Hak mı, batıl mı? Işte bunun için ayrıca bir üst idrâke ihtiyaç vardır.

      “Tabiki de bilinçaltı temizleme adı altında yapılan şipşak tedaviler insanı bâtıla götürüp Haktan uzaklaştırır.” Kimin umurunda olur ki bu cümledeki hak ve bâtıl yaklaşım? Doğru olan ne? Tedavî ediyor mu, etmiyor mu? Evet, ediyor. O halde gidip bilinçaltımı temizleteyim( !)

      Biz doğrunun peşinden mi gideceğiz Hakk olanın peşinden mi?

      Biz müslümanlar çok boyutlu düşünmeye mecburuz. Çok boyutlu yani hem ecnebî normlarda düşüneceğiz ki dunyadan kopmayalım hem de müslümanca düşüneceğiz ki ahiretten olmayalım. Amma velâkin ecnebî normlar baskın geldiği için ve daha işlerlik kazandığı için artık en üst idrak olan müslümanca taakkul eriyip gidiyor, farkına varamıyoruz!

      ayrıca “düşünen canlı da olmak istemiyorum”

      “Allah’a gönülden inanan bir canlı olmak istiyorum, eğer gerçekten inanırsam düşünmenin hakkını veririm.”

      Yazı için teşekkürler Sulhi Ceylan

    • seç-man , 11/02/2020

      bir noktayı merkez alıp eşit uzaklıktaki noktaları birleştirirseniz bir çember/daire oluşturursunuz. seçilen merkez Hak olursa, bu daire helal dairedir diyebiliriz.

      ifade etmeye gayret ettiğim şey bu minvalde değerlendirilir umuyordum. referans derken ifade edilmek istenen düşünce “Hak” merkezli düşüncenin doğru düşünce olduğuydu. Yanlış, yanılıştan gelir diyerek sakınmanın doğruya yönelteceğini ifade etmek isterim.

      düşünceye gelince; merkezinde kalp olan düşünce bize gerekir. Vicdani akıl, kalbi akıl bizi çoğu zaman yanıltmaz.

      Yanlış ifade etmekten ve yanlış anlaşılmaktan Allah’a sığınırım.

    • ankaralı , 13/02/2020

      bilinçaltı temizliği dediğiniz psikolojik bir tedavi. hak batıl ile ne ilgisi var?

  • Düşünüyorum , 09/02/2020

    Düşündüğüm için deliyim galiba!

  • Muhammed Furkan , 07/02/2020

    Felsefi metin olmasına rağmen çok akıcı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir