1. İşte söylüyorum, temaşa etmenin de israfı olur. Bize bu zulmü yapmaya kimsenin hakkı yok.
2. Modern insan güzel’i bilemeyen insandır. İşin daha kötüsü ise bu bilgisizliğinden bile bilgisizdir. Hız’a sıkışmış bir güzellik algısı ile ne inşa edilebilir ki?
3. Kendini aşan bir şey olmak, ötelerin acısını çekmek insanın, insan olmasının gereğidir. Zaten estetik de buradan doğar yani sanat anlayışı… İşte modern insan kendi ile özü arasındaki bağları, kendini aşma ve ilahî olan ile ilişkiye girme derdini ne yazık ki hız ve haz’a kurban etmiştir. Günümüz mimarisinin bu kadar vasat ve seviyesiz olmasının asıl sebebi de budur. İnsanın beden merkezli bir yaşamı tercih edip, ruhunu unutması…
4. Mimari, toplumun hareketleri, kültürü ve düşüncesi sonucu oluşur. Eğer garabet bir mimariye doğru gidiyorsak toplum olarak köklerimizden koptuğumuzun ve insan olarak garabetleştiğimizin resmidir. Hiç şaşırmamalıyız çünkü bu mimari biziz.
5. Evrenini, dünyasını eşya olarak gören bir toplumdan yüksek sanat ürünleri bekleyemeyiz. Böyle bir toplumdan ancak devasa boyutta, insanı ürperten ve estetikten uzak taş yığınları beklenir ki başımıza gelen de budur. Korkuyorum, bir zaman sonra gökyüzüne göremeyeceğiz diye!
6. Türkiye’nin üzerine dökülen beton aslında insanımızın üstüne dökülmüştür. Türkiye’de artık sadece binalar taştan değil insanlar da taştan. Aynaya baksana… Yaptığımız tüm işler, aslında kalbimizin ortaya konuluşudur. Hiçbir yapı kalbimizden bağımsız ortaya çıkamaz. O halde asıl sorun insanda, kalbini ihtiraslarına haps eden insanda.
7. Diğer bir mesele ise çirkine, kabaya tahammül ede ede güzeli unutmamız. Etrafınıza bir bakın, yoksa bu binaları bizden başkaları mı dikti şehrimizin orta yerine.
8. Bağırmak seslenmek değildir. Burası önemli. Binalarımız seslenmiyor, bağırıyor… Binalarımız estetik değil şeddadi…
9. Hâlbuki aidiyetleri inkâra kalkışmadan, geçmiş ile anı, ruh ile bedeni birleştirerek şehrimizi imar edebiliriz… Ama öncelikle kalbimizi imardan başlamalıyız. Her zaman ve daima önce insan.
10. “Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzeli sever” hadisi çıkış noktamız olabilir. Eğer hâlâ biz güzelden bahsedebiliyorsak bu Cemal olan Allah’ın bizlerdeki tecellisinden ötürüdür. Ama etrafımızda bu Cemal tecellilerini göremiyorsak perdeliyiz demektir. Şunu da unutmamalı perde kesinlikle insanın dışında değil bilakis gözlerinde! Perdeli gözler ise ancak günümüz mimarisini üretebilir.
11. Sadelik, sadece sadelik…
12. Öncelikle binaların taş yığını olmadığını, taş yığınından ibaret olmaması gerektiğini kabul etmeliyiz. Binaların da felsefesi vardır. Tabiattaki düzen ve estetik bizim için her zaman örnektir. Binalarımız tabiattan kopuk olmamalı ve tabiatla birliği sağlamalıdır. Burası da önemli…
13. Mesela bizde camilerin ayrı bir yeri vardır. Caminin kubbesi tevhidin simgesi olup sonsuzluğu imler. Aynı şekilde caminin her bir bölümünün böyle derin ve insanın kalbine hitap eden, düzeni ve estetiği sağlayan simgeleri mevcuttur. Dolayısıyla bina inşa etmeden önce kadim sesimizi günümüze taşımanın düşüncesi ile hareket etmelidir. Bunun için de insanın yani kalbin eğitimi devreye girer yine.
14. “Muhakkak sizi en güzel şekilde yarattık” ayetinin muhatabı olan insanın kendini bu kadar düşürmeye, estetikten ve felsefeden yoksun binalar inşa etmeye hakkı yok. Bu ayetten yola çıkarsak kâinatın Allah’ın güzelliğinin bir yansıması olduğu sonucuna varabiliriz. Burada odak noktamız ise kâinatın gözbebeği olan insandır. İnsan böyle olmamalı…
15. Fârâbî, güzellik anlayışını iki sebebe dayandırır: Varlığı kendi zatından olanın güzelliği ve varlığı kendi zatından olmayanın güzelliği… Eğer insan yani varlığı kendi zatından olmayan insan, Allah’a yani varlığı kendi zatından olan Allah’a yönelmezse her alanda olduğu gibi mimari alanında da güdük kalmaya mahkûmdur. İnsan kendisine ve etrafına bakmaz mı?
Sulhi Ceylan
4 Yorum