Mehmet Erikli‘nin yeni çıkan kitabı Uzayan Kuyrukların Yasası kitabından tadımlık bir hikâye….
Fedai Tunca’nın anısına…
Sakızgülü Sokağı’nın başladığı yerde üç bitirim kafa kafaya vermiş, ellerindeki mendilleri bir köşeye bırakıp haytalık için uygun bir zaman arıyordu. Bahariye’ye doğru çıkarken gördüm onları. Niye bilmiyorum ama içimden tok sesli bir adam bana sesleniyordu: “Git şu çocukların yanına. Dertleri varsa dinle. Yoksa dertlenmemeleri için onlara masal anlat.” İçimdeki tok sesin sahibi, beni yaka paça çekiştirip çocukların önüne kadar getirmişti. Bendeki de çocukluk ya hemen “Hadi çocuklar gelin size masal anlatayım da dinleyin” dedim. Meğer onlar “Boş lafa karnı tok olanlardanmış” İçlerinden biri “Ne masalı? Bizim masallık neyimizi gördün?” demesin mi? Dedi bile. Üstüne üstlük bir diğeri beni kafa kola almak için hazır olda duruyordu. Anladım durumu. Artık nasıl bir sille yedilerse, biraz ilgi çokça şüphe doğurur gerçeğini kanıksamış görünüyorlardı. Bana karşı duydukları kaygıları birkaç dakika aralığında dağıtacak kabiliyette değildim. B planı. “Mendil ver sen bana en iyisi.” Kıkır kıkır gülüşmeler… “Amma da korktun be abi… Hemen sıvışmak için mendil al kurtul öyle mi?” “Yok” diyebildim sadece. “Bizden korkmana ne gerek var? Bas topuğu kaç. Hangimiz yetişebilir ki sana? Bizim ciğerler olmuş balon.” Keratalar çetesi olarak kafamda bir ad taktım bunlara. O gün pek de keyfim yoktu. Uzatmadım muhabbeti. Yürüyüp gittim. Arkamdan alaylı sözler işittim. Biri taklidimi yapmaya çoktan başlamıştı bile. Dalga geçilecek adamın ta kendisiydim. Niye diye soranlara şöyle söyleyebilirim: Masal anlatılan bir şey değil artık. Sokağın kiriyle yıkanmış çocuklara maskara olmak masaldır bundan böyle. Bu fena bir şey değil. En azından bir dokunup bin ah işitenlerin tedavülden kalktığını söylüyorlardı. Sakızgülü’nün kimseye sırnaşmadan akan kalabalığı içinde hızla savrulan yüzlerce insanın dokunamadığı çocuklar, içimizden başka bir yerde saklanıyor değildi.
Sonra? E sonra Sulhi abi geldi. Derken Davut abi. Mehmet Raşit kim bilir hangi sahafta kayboldu? İkindiye doğru Moda’da buluştuk. Suyun akış hızı, sesin akış hızı, ışığın akış hızı eşittir insanın akış hızı. Bunu formüle dökmek gerekiyor tabi. Benimki biraz kabataslak oldu. Bu meseleyi etraflıca konuştuk. Sulhi abi, “insan kendi kuyusunu kendi kazmalı” diye bir laf etti. Biraz demirden bir göndermesi vardı (bakınız: Iron = iron-i) “-i” = made in TDK.
İkinci Yeni, Balkon şiiri, Kalorifer şiiri, Pinpon masası, Sedat Umran’dan mısralar… “Balkonlar adımlarıdır evlerin…” İsmet Özel: “Keserle yontulmuş gibi bir ağzı var sabahın.” Ezberden, kitaptan okunan şiirler, Mehmet Raşit’in sürekli not tutması. Bence M. Raşit gizli bir romancı… Beş on sene sonra cilt cilt romanlarla çıkagelecek. Yoksa bu kadar not niye değil mi?
Moda’da neredeyse akşamı ettik. Kahveler geldi, çaylar gitti; tatlılar yendi, tatlı konuşuldu, acılar paylaşıldı. Fedai Başkan düştü aklımıza. Fedai de gelecekti Moda’ya. Bekledik. O bizi ilk defa bekletti böylece. Bir şarkı şöyle ses veriyordu: “Bir bahar akşamı rastladım size…” Biz de bir bahar günü kaybettik dostumuzu. Hayat çok tuhaf… Sesi kulaklarda çın çın eder de göremezsin, bilemezsin ne haldedir. Daha dün Sakızgülü’nün kaldırımlarını birlikte yürüyüp gidiyorduk, Yokuş’a varıyorduk. Yokuştan iniyorduk. “Hangi kitapçıya gidelim? Babil Sahaf’a gidelim de Lütfü Abi bize çay ısmarlasın” diyorduk. Bunları niye yazıyorum ki? Bu andan sonrası kuru lakırdı… Öykü bitti, kitabı kapatabilirsiniz.
Mehmet Erikli
2 Yorum