“Acı çekmemek için her şeyin acı çekmek olduğuna inandırmamız gerekir kendimizi. Acı çekmemek için ‘acı çekmeyi’ kabul etmemiz gerekir.”
En büyük ruhsal acının, aşk acısı olduğu genel kabul görmüş bir yasaysa ve sen sevdiğine kavuşamıyorsan, kavuşmana hiçbir zaman da imkân olmadığını adın gibi biliyorsan, en büyük acıyı sen çekiyorsun demektir.
Ancak sandığın gibi en büyük acı kavuşamaman değildir. Asıl acı olan; kavuştuktan sonra da acının bitmeyeceğini bilmendir. Var olduğun sürece acı bitmez. Acının biteceğini düşünmek en büyük yanılsamalardandır. Acı, en büyük acı olan ölümle bitecektir ve ruh, işte o zaman huzura kavuşacaktır. Yani senden(benliğinden) kurtulduğunda.
Ruhun acı çekmesinin tek ve mutlak sebebi şu an ait olduğu yerde olmamasıdır. Dolayısıyla sen ister sevdiğinden ayrı ol, istersen büyük bir ayrılıktan sonra onunla tekrar birleş, ruhun acısı dinmeyecektir. Çünkü iki insanın birleşmesi asla ruhların birleşmesi anlamına gelmez. Dünyada olduğun sürece ruh kafestedir ve kafesteki kuş yalnızlıktan acı çekiyor diye yanına bir kuş daha koyduğunda bu, onları özgür bıraktığın anlamına gelmez. Değişen tek şey bir kuş yerine iki kuşa aynı acıyı çektirmendir.
Bu noktada “Madem acı çekmek kaçınılmaz, bari acı çekiyorsak beraber çekelim” mantığı, akıllıca düşünüldüğünde son derece ahmakçadır. Çünkü kafesteki insanın konusu, acıyı yalnız mı yoksa birisiyle mi çekeyim değil, kafesten nasıl kurtulabilirim olmalıdır. Kafa yorulması gereken konunun şaşması, insanı sürekli bir açmaza götürür. Öyleyse“Başkalarına karşı açıkgöz olmaktan önce kendine açıkgöz olmayı öğrenmelisin.”
İnsan herhangi bir nesneyi, olayı veya insanı saplantı haline getirdiğinde zihnin sınırsız hudutları daraldıkça daralır ve nihayetinde tek bir noktada düğümlenip kalır. Acının insanı olgunlaştırdığı gibi, bu şekilde kişinin tüm düşünce dünyasını yerle bir etme gibi bir özelliği de vardır. Kafes örneğindeki gibi sonsuz özgürlüğü değil de sevdiğinin yanında olmamasını dert edinen insan farkında olarak veya olmayarak kafeste çürümeyi tercih etmiş demektir.
Oysa bir adım daha atarsak gerçekten seven ve düşünen insan, önce sevdiğine kafeste mutlu olunamayacağını, buradan bir an önce kurtulunması gerektiğini anlatan ve eğer bir gün çıkacak olursa kendisini dışarıda bir yerlerde beklemesini söyleyendir. Fakat insan, vakti gelene kadar acı çekmeye devam edeceğini bir türlü kabul edemediğinden anlık mutluluklar ve anlık acılar peşinde koşarak gerçek huzuru ve gerçek acısını zamanla görmez olur, unutur. İnsan işine geldiği zamanlarda çok unutkandır. Ve işine geldiğinde acı çekiyor gibi yapandır.
“Bir insanı küçük duruma düşürmenin en korkunç yolu, onun acı çektiğine inanmamaktır.” Bu yüzden acı çektiğime inanmayarak kendimi küçük duruma düşürüyorum. Acım ne kadar büyük olursa olsun, var olmanın acısının yanında hiçtir. Çünkü var olmak, sürgünde olmak demektir; en büyük özlemdir.
Buna karşın benim gibi acı çekmeye her an meyilli insanlar, acı çektikçe acılarının azalacağını sanmasınlar, aksine seçimleriniz yönlendirir yaşamınızı; her gün daha fazla acı çekeceksiniz. Sonrasında da acı çekebildikleri için kendilerini diğer insanlara karşı üstün görmesinler zira acı her insana uğrayabilir.
Acı çekmek insan ruhunun temel özelliğidir. Yaşam, ruh için acı çekmekten başka bir şey değildir.
3 Yorum