Sen! Hayatımın anlamı! Hayatımı anlamlandıran! Çalkantı…
Sen! Küfürbaz nidalarım! Ruhumdan beni uzak kılan! Çalkantı…
Sen! Ruhumun ta kendisi! Ruhunun ta kendisi; ben…
Çalkantımın başlangıcı, ortası, bitişi…
Çalkantıyı bana hissettiren gece!
Hayat? Ruh? İnsan?…
Evet sen! Ya da ben, ne fark eder? Sanadır yazdıklarım.
Şimdi dinle…
…
Uyku, derin sessizliktir. Ölüm provasıdır. O halde; uykuları kaçan insanın uykusunu kaçıran şey, onu ölümünden uzak kılan şeydir.
Uykunun kaçması, yani; ölümden kaçış… Hayata bir kez daha tutunma isteği. Belki son kez, ama ümit ve heyecanla.
Ümit ve heyecan neşeyi çağrıştırır fakat hayır; hüzünle tutunursun uykun kaçtığında hayata. Oysa hüzün; ölümüne yaklaştırmalıydı seni. Hüzün en çok ölümü seçenlere yakışırdı ya hani… Sen! Evet… Ölüme değil, hayata uyanmayı seçtin… Yine…
Şimdi de uyuyamıyorsun öyle mi? Uykusuzluk ile cezalandırıldığını hissediyorsun. Çünkü sonunda ölüme değil, hayata gözlerini açmak için uyuyorsun. Bu bilgi sıkıyor ruhunu, nefessiz bırakıyor ve uyutmuyor.
Öyleyse sen! Sağ elin ölüm, sol elin yaşam ile çivilenerek çarmıha gerilen! Acıdan haz almaya kalkma sakın; haz veriyorsa o acı değildir. Ya da acınla böbürlenmeyesin; sonunda büyükleniyorsan da o acı değildir. Acıya takılıp kalma da düşün; çivilerini çakan kim?
Senin seçimin ne ölüm, ne de yaşam. Sen; acıdan kıvranmayı alışkanlık haline getirmeye çalışırken, ellerinden damlayan kanın kokusunu misk gibi duymaya çalışansın. Algıların sapmış, saptırmışsın.
Sen; dünyaya ve içindekilere değil, sadece kendine kızmışsın. Ve kendinle savaştığını sanarken, barış anlaşmasını imzalamanın yollarını aramışsın.
Korkaklık denemez belki, evet; algı sapması, saptırılması…