“Yaptığın iş nedir senin?” diye sordu, yastığını özene bezene düzeltirken. Odada gözle görülür bir dağınıklık vardı. Ancak bu dağınıklık içinde bile belli belirsiz bir düzen olduğunu sezebiliyordunuz ilk bakışta. Sağa sola saçılmış eşyaların altında yedeklenmiş sigara paketlerini, kibrit kutularını görmemek için kör olmak gerekiyordu. Her tarafta pijama ve eşofman çeşitleri vardı. Sanki yüz yıl uykuya yatmamış bir adamla karşı karşıyaydınız.
Neden bu kadar çok pijama vardı bu küçük odada? İnsan uyumak için sadece yorgunluğa ve uykusuzluğa ihtiyaç duyar sanıyordum. Yoksa yanılıyor muydum? Uyumak için uykusuzluk ve büyük bir bedeni yorgunluk dışında neye gereksiniminiz olabilir ki?
Önce yatağın kenarına oturdu, yavaş ama dikkatli bir tavırla. Sonra, biraz önce itinayla düzelttiği yastığını yerine yerleştirdi büyük bir özenle. Sanki elindeki yastık değil de, uykuya yeni dalmış ve uyanmaması gereken bir bebekti.
“Sen yaptığın işe ne isim veriyorsun?” dedi yüzüme merakla bakarak. Aslında bu soruyla benim mesleğimi öğrenmek istemiyordu, bunu anlıyordum. Onun merak ettiği şey daha çok, insanın isteyerek, iradi olarak yaptığı şeylere karşı yaklaşımıyla ilgiliydi. Yani önemli olan yaptığın iş değil, onu nasıl yaptığın!
Tütününü çıkardı, yavaş hareketlerle sigara kâğıdının üzerine biraz tütün koydu ve o ince ama uzun olan parmaklarıyla sigarasını yuvarlayarak sarmaya başladı. Bir yandan da benimle konuşuyordu. Daha doğrusu o konuşuyor, ben de dinliyordum. Soruları soruyor ve cevapları da yine kendisi veriyordu.
“İnsanın yaptığı işe saygısı olmalı” dedi. “Bütün mesaini işine vermelisin, bütün dikkatini, bütün sevgini… Hatta daha fazlasını… Madem seviyorsun onu, madem onu yapmaktan haz alıyorsun, ondan bir şeyler kazandığını düşünüyor ve mutlu oluyorsun, o zaman sen de onu mutlu etmelisin” dedi. “Sadakat ve sevgi bunu gerektirir zira.” diye devam etti.
Şaşırmıştım. Henüz ne hakkında konuştuğumuzu dahi çözememiştim. Kendini Sokrat havasına sokmayı sevmezdi, bilirdim. Hatta çok konuşup zaman kaybetmek de hoşuna gitmezdi. İyi de, biz ne üzerinde konuşuyorduk aga?
“Mesela beni ele alalım. Benim zanaatım uyumak, değil mi? Benim için uyku bir sanattır. Bu açıdan bakarsan ben bir sanatçı bile sayılabilirim aslında. Sen günde altı saat, bilemedin sekiz saat uyursun. Pazar günleri işe gitmediğin için 10 saat uyuyunca, çok uyuduğundan ve bu yüzden de başının felaket derecede ağrıdığından bahsedersin. Ne saçma bir düşünce bu!”
İyice şaşırmıştım. Uyumak nasıl bir sanat olabilir ki! İnsan her gün en fazla kaç saat uyuyabilir ki! Eğer Aydoğan K’yı tanımamış olsam bu soruya 12 saat diye cevap verebilirdim. Ama Aydoğan K bu zamanı günde on altı, hatta on sekiz saate çıkarmıştı, bunu biliyordum. Peki, Osman Dayı kaç saat uyuyordu? Aydoğan K’yı beğenmediğine, onu bu işin amatörü kabul ettiğine göre ‘Osman Dayım ne kadar uyur?’ sorusu benim için bir anda trigonometrik bir hâl almıştı.
Düşündüm. Hiç işim yokmuş gibi oturup bu soruyu düşündüm. Eğer Aydoğan K on sekiz saat uyursa, Osman Mercan kaç saat uyur? İçler dışlar çarpımı… Yok, dıştan içe… Yok, öyle de değil.
Uyuma işinin ağır işçisi Aydoğan K ise, bu işin Ulu Manitu’su Osman Mercan’dır, dedim kendi kendime. Ben bunları düşünürken o, sigarasını çoktan bitirmiş ve yastığına başını koymuştu bile. Bir anda ağırlaşan göz kapakları dünyaya kepenk kapatma aşamasına girmişti bile.
Gerçekte de Osman Mercan için uyumak bir sanattı. Ve bu sanatın icrası onun için çok önemliydi. İlla uyanması gerekiyorsa saat falan kurmasına gerek yoktu. Her hangi bir alarm ya da gürültü ile uyanmak, uyku mesleğine yapılmış en büyük hakaretti onun için. Zira uykuya daldığı odası, onun gözünde bir Budist tapınağından çok daha kutsal bir mekândı. Ve böylesine kutsal bir mekânda, öyle saçma sapan gürültülerin yeri yoktu. Uyanması gerekirse o ulu ve yüce uykusu kendiliğinden gider ve o da uyanırdı. “Mesele bu kadar basit yeğen” dedi. Çok açıklayıcı da olmuştu aslında bu ifadesi. Uyanman gerekirse, uykun kaçar ve uyanırsın. Hatta kaçmak da ne ola ki bre densüz! Uyanman gerekirse uykun geçici olarak gider ve sende uyanırsın. Gerçekten de mesele bu kadar basitmiş.
Osman Dayının, öyle “Ramiz Dayı” gibi vecizeleri, tripleri, duyduğunuzda sizi şok edecek özlü sözleri veya dinlediğiniz de sizi içine çekecek, insanı ürpertecek bir ses tonu da yoktu. O, her şeyini bu sanata adamıştı. Uyuma sanatına.
“İnsan, bir günde uyusa uyusa kaç saat uyur ki?”
Bu soruyu sorduğunuz kişiye göre cevabı değişir elbette. Ama eğer soruyu Osman Mercan’a soruyorsanız cevap çok şaşırtıcı olabilir dikkat edin. Öncelikli sorunumuz şu, soru sormak için onu uyanık olarak bulmanız lazım. Bunu da bir gün içinde yapmanız çok zor. Zira onun en hafif ve en kısa uykusu 22 saattir. (Sayıyı özellikle rakamla yazdım ki dikkatinizi çekebileyim sayın okuyucu!) kalan iki saatte de insani ihtiyaçlarını karşılar, yemek, tuvalet, üst baş değiştirme falan diye düşüne bilirsiniz. Ama yanılırsınız, böyle düşünürseniz.
Osman Mercan uyanık olduğu iki saatte ne yapar peki? Al sana bir cebir problemi daha!
Kazara uyandığı o iki saatlik kısacık zaman diliminde hemen tekrar hazırlığa başlar, yastığını, yorganını yeniden düzenler, elini yüzünü ufaktan bir yıkar ki, yeni uykuya daha iyi bir giriş yapsın. Uyku mabedine çapaklı yüzle girmek de ne ola ki! Saygısızlık düpedüz!
O evde uyurken, siz öyle salonda ya da evin en ücra köşelerinde, öyle rasgele, serbestçe gezemezsiniz. Yok, öyle serseri adımlarla evin içinde volta atmak… Birinci kural şu; evde kesinlikle tabanı yumuşak puf terlik giyilecek. İlla gezme zorunluluğunuz varsa tabii. Uyumak varken neden gezdiğiniz konusunda fırça yedikten sonra geçerli bir kural bu tabii.
Puf terlik giymekle de iş bitmiyor. Mümkün mertebe ayakuçlarına basarak yürüyecek ve gerekli olmadıkça konuşmayacaksınız. El kol hareketleriyle anlaşma imkânı varken, cümle sarfiyatında bulunmak, dayımın en kızdığı şeylerdendir.
Bunların hepsini yaptıktan sonra yine de onun odasının önünden geçmemeniz lazım. Zira uyku sanatını bu kadar başarıyla gerçekleştiren bu adam, en küçük tıkırtıda uyanabilme özelliğine sahip.
“Aman canım! Neticede şekerleme yapayım deyince 22 saat uyuyan bir adam öyle kolay uyanır mı?” gibi gafilane düşüncelerde bulunmayın zinhar! Bu çok tehlikelidir. Benden uyarması.
O uyurken, onun odasının önünden geçtiğinizde ayağınızda puf terliklerle parmak uçlarına basarak yürümüyorsanız, bir muhatabınızla sesli olarak konuşuyorsanız ve Osman Mercan’ın bunların hepsini duyarak icra ettiği sanatın bölünmesine neden olduysanız… Yapacak bir şey yok, sizin için artık çok geç olmuş demektir. En iyisi hemen evden dışarı kendinizi atmaktır. Neticede o, kendi mabedinden dışarı çıkıp sizi kovalama zahmetine girmeyecektir.
Normal uykunun dışında bu sanatkâr adam, sabah tan ağarmadan yatağına yatar ve birkaç gün sonra uyanır. En kısa uykusudur dedik 22 saat. Düzenli olarak sanatını en az üç günlük aralılarla icra eder. Ancak bir keresinde bunu dört güne çıkardığı da olmuştur. Vakidir bu olay. Hala Of’ta anlatılır. Bayramdan üç gün önce yatıp, kendince ertesi gün kalkmış ve köy kahvesine gitmişti. 62 yaşının verdiği olgunluk ve uyku sanatındaki büyük ustalığı, Ulu Manitu olması hasebiyle kahvehane sakinleri yanına koşmuşlar ve “Osman abi, bayramın mübarek olsun” demişler. İşte o zaman dört gündür uyuduğu ortaya çıkmış ve kendi rekorunu kırması nedeniyle kahvede sevinç gösterileri de yapılmıştı.
Önemli bir noktayı daha açıklığa kavuşturalım da anlattığımız meseleyle ilgili olarak karanlıkta bir yer kalmasın. Osman Mercan bu uyku sanatını, herhangi bir tıbbi rahatsızlık, yada bir uykusuzluk gibi hastalık neticesinde yapmamaktadır. Tamamen çalışma, özgüven, yılların birikimi ve kendini işine vererek başarıya odaklanma sayesinde, bugün bu noktaya gelmiştir. O zaten böyle tıbbi ya da bazı fiziksel ve dışarıdan etkilerle iş yaparak sanatkâr olacak bir adam da değildir. Haşa huzurdan!
Onun başarısı tamamen azmin ve sistemli çalışmanın bir ürünüdür. Çalışma dedimse! Lütfen aklınıza herhangi bir işle meşgul olma ya da iştigal etmek gibi gafilane bir düşünce de gelmesin. Bir keresinde oturduğu yerden sigara içme keyfi karşılığında babam kendisinden küçük bir ricada bulunmuş. “Osman” demiş, “Şu sopayla oturduğun yerden, sigaranı içerken –ki sigaranı da ben vereceğim- şu kasayı itiver. Sadece bunu yaparak bana yardım et. Olur mu?”
O zaman Osman Mercan hayat felsefesini açıklayan kısa ve net bir vecize söyleyerek Ramiz Dayıyı bile gölgede bırakmıştı.
“Sana kaç defa dedim enişte, bana içinde ‘çalışmak’ kelimesi geçen herhangi bir cümle kurmayacaksın diye!”
Sulhi Ceylan’dan aldığımız son bilgilere göre de Aydoğan K, çalışmalarına Osman Mercan’dan aldığı ilhamla devam ediyor ve kendi kişisel rekoru olan 18 saati daha yukarılara çekmeye çalışıyormuş. Hatta Osman amcaya sarılıp, beraber uyuyacakları günlerin ümidiyle kendinden geçiyormuş. İnşallah en kısa zamanda bir araya gelirler.
Bizlerde Edebifikir ailesi olarak bu iki ustaya başarılar diliyor ve her zaman yanlarında olduğumuzu hatırlatıyoruz. Aile desteği olmadan sanatkâr olmak, böylesine büyük başarılara imza atmak mümkün değil. Aile desteği şart efendim.
Edebifikir ailesi her ikinizle de gurur duyuyor.
Davut Bayraklı