“Hüzünsel Anılar” Denebilir mi?

20 Eylül 2012 tarihinde, Edebifikir’de Nihat İlhan’ın bir yazısı yayınlandı. Yazının başlığı şu şekildeydi: “Hüzünsel Anıların Esintileri” Bu ifade beni rahatsız etti. Ben de bu rahatsızlığımı hem Nihat İlhan’la, hem de Edebifikir’le paylaşmak, bu konuda sohbet etmek istiyorum. Burada Edebifikir’in konuşulabilir, müzakere edilebilir, fikir alışverişi yapılabilir bir havaya sahip olmasını dikkate alarak böyle bir işe kalkışıyorum. Edebifikir, okuyucusuyla konuşmaya çalışan, doğrundan iletişim kurma sıcaklığında yazılar yazan bir mecra. Ancak bu mecranın, yazarların birbirleriyle daha çok konuşmasıyla ulaşacağı noktanın daha sağlam olacağı kanaatindeyim. Bu sitenin gücüne güç katacak, sitenin canlılığını ve gürbüzlüğünü artıracaktır.

Öbür taraftan, rahatsızlığımı ve aslında bir bakıma derdimi Nihat İlhan’la paylaşarak da kendime, Edebifikir içinde, bir melce de aramış oluyorum. Sırayla çıkıp solo şarkılar söylediğimiz bir mecra havasında olmamalı Edebifikir, bu konuda her birimiz yekdiğerinden yardım ummalı ve kendi umduğu yardımı da diğerine sevk etmelidir.

Lafı niye bu kadar uzattım? Çünkü Edebifikir’de böylesi diyalogları az kuruyoruz. Bunun kökleşmesi için, tabiî bir tavır olarak sübut etmesi için peşrev faslını uzun tutmak icap ediyor kanaatimce. O hâlde sebeb-i telifi arz ettiğime göre ifade-i meramıma geçebiliriz.

Edebifikir, herkesin malumudur, ekseriyeti edebiyat başlığı altına konabilecek metinler yayınlıyor. Bir metnin gerektirdiği asgarî şartları sağlamaktan başka, edebî niteliği gözeten yazılarla karşılaşmayı umuyoruz. Böyle olduğunu düşündüğümüz metinleri Edebifikir mutfağına gönderiyoruz. Ben diyorum ki edebî beğenilerimizi, kritiklerimizi konuşalım. Tam konuşmanın sırasıdır, hem Edebifikir için hem de yazarlarımız için…

Yazının başında, “hüzünsel anıların esintileri” ifadesinin beni rahatsız ettiğini beyan etmiştim. Öncelikle bu ifadeyi okumakta güçlük çekiyoruz, hemen bir ses uyumsuzluğu kendini gösteriyor. Uzun kelimelerden teşekkül etmiş bir zincirleme tamlama karşımızdaki. Ses uyumsuzluğunu geçtikten sonra anlam problemi karşımıza çıkıyor. Çünkü “hüzünsel” diye bir kelimemiz yok! Anlaşılan o ki Nihat İlhan burada, “Hüzünle İlgili Anıların Esintileri” şeklinde bir kastı ifadelendirmek istiyor. Aslında kelime türetilmez değil, kelime türetilir. Fakat hüzün kelimesinden “hüzünsel” demek yapay, ruhsuz olmuyor mu? Bilmem, Nihat İlhan Bey ne düşünür?

Nihat İlhan’ın yazısının başlığını okuduktan sonra yukarıdaki eleştirimi yazıp geçmek niyetindeydim. Fakat yazıdaki bazı cümleler üstüne tekrar düşünülmesi gerektiği kanaati edindim. Birkaç satırla da bu tespit ettiğim cümlelere değinmek istiyorum.

“Gözleri yaşamdan bir kuple taşıyor”

Bu cümledeki “kuple” kelimesi, anlaşılan o ki Fransızca’daki “cublet” kelimesinden Türkçeye sızan kuple olsa gerek. Temel anlamı, Türk Dil Kurumu sözlüğünün verdiğine göre “Bir şarkıyı meydana getiren ve bir nakaratla sona eren bölümlerden her biri” şeklindedir. Müzisyenlerimizin bir kuple söylemek diye diye Türkçe hudutlarına soktukları bir kelime bu. Fakat yazıdaki cümlede anlamsız olmuş. Yaşamdan bir kuple nedir? Zihnimizde pek bir şey uyanmıyor.

“Ah, insan eski anıları düşününce hüzünleniyor.”

Eski anılar demek yerine yalnızca anılar desek murat edilen mana hâsıl olmaz mı?

“99 depreminden tam altı, yedi sene sonra bu eski cami tekrar restore edilip ibadete temin edildi.”

Hem “tam” kelimesini verip hem de “altı, yedi” gibi belirsizlik ifadesi vermek pek uyuşmuyor burada. Öte yandan “tekrar restore edilmek” ifadesinde bir yanlışlık var, tekrar kelimesi burada gereksiz yere bulunuyor. Tabiî, “ibadete temin edilmek” ifadesi bütünüyle yanlıştır. Çünkü temin kelimesi ile emin kelimesi kökteştir Arapça’da. Bu kelimenin mana dairesinde emin olmak, korkudan arınmak, güvenliği sağlamak gibi durumlar vardır. Temin kelimesi de daha çok güvence vermek için kullanılır.

“Cami, kapatılmasına namzet bir tavır oluşturarak bize küstü sanki.”

Namzet kelimesi aday demektir. Görünen o ki burada yanlış kullanılmış.

“İlk yenilişimin ardından bu uzayan güzellikler ya da artık yenilmişliğimin ardından alışmışlığımın, kabullenmişliğimin getirdiği esenlik dağılmıştı.”

“-mişlik” heceleri ne kadar çok yer alıyor! Sanki edebî kıymetine zarar vermiş bu durum.

“Uzunca gelen iki senenin ardından ise o da hayat denen bu mefhuma gözlerini kapamıştı.”

Mefhum, bilindiği gibi kavram manasına gelir. Bir kavram olarak hayatı ele alabiliriz. Ancak bir insanın ömrünün tükenmesini, bitmesini ifade ederken kullandığımız hayat kelimesi soyut değildir. Bu cümledeki belirsizliği gidermek lâzım.

“Ve ben bir macırım. Asırlardır ailem göç etmiş bir diyardan başka bir diyara.”

Bu cümledeki “macırım” kelimesinin mahallî söyleyiş olduğunu, aslının “muhacir” olduğunu kimi okuyucuların bilemeyeceğini hesaba katmak gerektiğini düşünüyorum. Belki bir dipnotla, belki bir parantezle bu durum belirtilebilirdi.

Nihat İlhan Bey’in hoşgörüsüne sığınarak kendi edebiyat anlayışıma göre değerlendirmelerde bulundum. Edebî zevkimizi, paylaşalım diyorum. Bu hem Edebifikir için hem de biz Edebifikir yazarları için iyi olacaktır.

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir