[Edebifikir Haber Ajansı – Kadıköy]
Edebifikir ekibi, Kadıköy muhitinde asayişi düzene koymak ve düşüp dizini yaralayan çocukların yarasına pansuman yapmak üzere salı akşamı görevdeydi.
***
Her zamanki gibi ilk önce Sulhi Ceylan Kadıköy’ün tövbeye muhtaç, dili lal olmuş sokaklarında görüldü. Sulhi’nin ilk işi Aydoğan K’yı arayıp nerede olduğunu sormak oldu. Aydoğan telefonda “Beş dakika sonra rıhtıma yanaşıyorum.” deyince, Sulhi Ceylan “Seni karşılayayım, hem biliyor musun beni kimse karşılamadı!” demesiyle gözlerinin yaşardığını farkedip etrafa bir göz gezdirdi; umdu ki, kırmızı elbiseli, elinde gaz maskesi tutan bir kız çıkıp mendil uzatacaktı! Aydoğan ise, telefonun ucunda tüm bunlardan habersiz, vapurun etrafında uçuşan martıyı sigara izmaritiyle vurup vuramayacağını düşünüyordu.
***
Saatler 19.00’ı gösterdiğinde ikili sokakları arşınlamaya başlamıştı. Aydoğan’da sebebini bilemediğimiz bir durgunluk, heyecansızlık, ‘’Azrail nerede duruşu’’ vardı. Üzerinde, kokusu adımlarına sinmiş köhne bir hayat salınıyordu. O hayat cisme bürünüp karşısına geçse, jiletle her yerini doğrayacak biri gibi duruyordu. Oysa Feyzullah’ın babası son derece mutluydu.
***
Soluğu bir çay ocağında aldılar. Çaylarını yudumlarken Sulhi Ceylan; “Peki ne olacak?” sorusunu bin birinci kez yöneltti. Aydoğan, imalı bir bakış fırlatıp, “sıkıntı yok” deyiverdi. Oysa SIKINTI HEP VARDI. Yokmuş gibi yapınca, yok olacağına inanacak kadar saftılar.
***
Çayların biri gidip biri gelirken konuşacak çok da bir şey olmadığının farkına vardılar. Her şey konuşulup bitmiş, her kelam edilmiş, hayat yaşanıp bitmiş ve şimdi de cennette bir sedir ağacının gölgesinde dinleniyor ve içlerinden elhamdulillah, diyorlardı sanki.
***
Saat 19.55’te Mehmet Necip gelemedi. Gelemedi çünkü bir türlü çay ocağını bulamıyordu. Sanırım her akademisyende görülen yön bulamama rahatsızlığı… Duruma daha fazla dayanamayan Sulhi Ceylan, kalkıp Mehmet Necip’i almaya gitti… Mehmet Necip buna alınmadı.
***
Ve yine çaylar… Mehmet Necip, doktora macerasını anlatıyordu bir yandan. Sulhi ve Aydoğan sessizce dinliyordu. Bir ara Aydoğan’a işaret eden Sulhi, gizlice şöyle dedi; “Aydoğan karışma, anlatsın. En azından Mehmet Necip mutlu. Hakikati elbet bir gün o da keşfedecek!” dediği duyuldu.
***
Aydoğan geldiğinden beri yaklaşık 43 kez telefonunun saatine baktı. Ara ara bilemediğimiz birine mesaj yollayıp duruyordu. Ve saat 20.21… Aydoğan; Bana müsaade dediğinde Sulhi ve Mehmet’in yüzünde tarifsiz bir acı belirdi. Nedenini anlatmayacağız.
***
Sohbette bir an Abdullah Karaca’nın ismi geçse de, ekip hemen konuyu değiştirdi. Abdullah Karaca diye birini tanımadıklarının farkına vardılar ve içleri rahatladı. Hem Abdullah Karaca da kim ki: Sabah 08:30’da kalkabilmek için, bir gün önceden pijamalarını giyip hazırlık yapan biri!
***
Mehmet Necip ile başbaşa kalan Sulhi Ceylan; dem bu demdir deyip, Mehmet Necip’e hakikate dair bilgiler aktardı. Her zaman ki gibi Mehmet Necip’in muhalefeti ile karşılaşan Sulhi Ceylan son noktayı şu cümle ile koydu: “Hakikati kaybedenler, merasimi din edinirler.”
***
Ve ayrılık… Kadıköy sokaklarını tencere tava seslerine bırakıp, rüzgârın sesiyle yola revan olmak…
22 Yorum