Muzaffer

Raşit Ulaş Çetinkaya mektuplar yazıyor, bilinmeyen adreslere…

***

Muzaffer,

Yarın evvelki günlerden iyi olacak mıyım bilmiyorum. Bugünümün nasıl olduğunu ben de kestiremiyorum.  Zamana hükmedemeyen bir zavallıdan neyi bilmesini bekleyebilirsin ki? Bak Ahmed Hamdi geldi ne fısıldıyor kulağıma, okumadıysan mutlaka okumalısın bu şiiri:

“Ben zamanı gördüm,
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda…”

Aydınlık-karanlık, beton-toprak, yağmur-güneş, Sartre-Camus, Yavuz- Özel ve taraf olduğum diğer bütün çatışmalardan sıyrılarak yine griliğin muhteşem kollarına bırakıyorum kendimi. Bütün keskin çizgilerden ziyade renklerin ahenkle dansını seyrediyorum. Bütün çalışmalardan uzak olmalıyım, öylece oturmalıyım.  Son yüzyılda zaten her şey aynı değil mi? Biz modern ve teknolojik insanlar, kıyafetlerimiz bile bizi birimizden ayırmaya yetmiyor Muzaffer, tehlikenin farkında mısın? Bir yazar için babası ne demişti hatırlıyor musun? “Benim çocuğumu bir mağaraya koyun, sınırsız kitap ve sigara verin başka bir şeye ihtiyaç duymaz.” Babam da benim için böyle der mi bilmiyorum ama ben kitap ve sigara dışında bir de kâğıt ve kalem isterdim.

Samsa olup Mersault’u kıskandırasım var.

“Sesler duymaktayım davran ve boğuş.”  Duyduğum sesler hangi halet-i ruhiyenin içinde olduğumu bana göstermekle beraber, derin şizofrenik sendromlarla boğuşmamı sağlıyor Muzaffer. Sanırım Üstad’ın mısraını yanlış anladım kendisinden özür dilemeliyim. İnsanlara bir şeyler söylemem gerektiğini biliyorum. Mesajlar vermeliyim afili cümlelerle. Turhan’a bir selam yollamalıyım, “sen çıldırdın ama ben varım gözün arkada kalmasın kardeşim” demeliyim. İçimdeki melâl Byron’ın melâliyle aynı olmalı, öyle bedbaht olmalıyım böyle değil. Yapmadığım şeyleri yapıyormuş gibi anlatıp “siz de böyle yapın” demeliyim. Ama çok gürültü var Muzaffer kendimi duyamıyorum. İnsanlığın sesini biraz kısar mısın? 

Biraz egzistansiyalist, biraz nihilistim. Kafka’yım biraz, biraz Nietzsche. Ama biliyorum ki biraz İbn-i Arabi, biraz Gazali olursam kurtulacağım zilletimden…

Ben bu yüzyıla ait değilim Muzaffer! Bu yüzyıla ait olmadığımı beton kokusundan nefret ettiğim gün anladım. Keşkelerin saçmalığını bilerek yine de o denizde boğulmak pahasına diyorum ki “Keşke yüzlerce yıl öncesinden doğmuş olsaydım. Redingot ve fesimle çıksaydım Beyoğlu’na, salınsaydım aheste aheste.” Ama Felatun gibi de değil, Rakım gibi de değil, yalnız “ben” gibi. Sen de öyle düşünüyor musun Muzaffer? İnsanlar da öyle mi düşünüyor? Ama ben onlarla aynı şeyi düşünmek istemiyorum, bu çağdan en çok ben nefret ediyorum!

Sigaramızdan başka kaybedecek neyimiz var Muzaffer?

Herkes gidiyor bir ben kalıyorum Muzaffer! Kendimi dinlemekten çok yoruldum. İnsanları dinlemekten de çok yoruldum. Herhangi bir şeyi dinlemekten de çok yoruldum. Eşyadan çok yoruldum, bana eşyanın hakikatini kim gösterecek Muzaffer?

Boşluk nedir? Yokluk nedir? Hiçlik nedir? Bunların da sesi var mı?

Sahi Muzaffer senin adresin neydi?

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • ömer ertürk , 24/06/2013

    tebrikler.
    ayak parmaklarımın üstünden tren geçmiş gibi oldum…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir