Edebifikir Haber Ajansı
26 Ekim Cumartesi Aydoğan K ve Sulhi Ceylan tarihi Vefa Bozacısı önünde buluşup söyleşi yapacakları Mostar Gönüllüleri Derneği’ne doğru yürümeye başladılar. Buluşmadan önce yapılan onlarca telefon görüşmesi, ikilinin yol-güzegah-adres konularındaki yeteneksizliğini tekrar gün yüzüne çıkardı. Sulhi Ceylan nedense biraz hüzünlü biraz da bıkkındı. Elinde sakladığı umutları göstermeden cebine attığında, Aydoğan K; “Bu da geçer, her zaman kanayacak değil ya!” diye bir cümleyi İstanbul’un en derinine fırlatmıştı bile.
***
Söyleşi başlamadan önce Davut Bayraklı’yı gören Aydoğan K, ona sarılarak ne kadar zayıflamış olduğunu söyleyip hemen ardından da siyaset/televizyon/gazete/dergi/yazarlar hakkında konuşmaya başladılar. Saat 16.05 sularında Sulhi Ceylan’ın yolda okuduğu 1973 baskısı “İhsan Yolu” adlı sahaf vurgunu kitaptan bir anekdotu paylaşmasıyla söyleşi başlamıştı. Meczup bir şeyhin mânâ alemindeki yolculuklarının anlatıldığı anekdot salonda nedense bir sessizlik ve merak uyandırdı. Meczup şeyhin, Efendimizin kalbini tavaf ettiği bölüm okunduğunda ise gözler daha bir açıldı ve dinleyiciler arasından “Ne oluyor abi!” tarzı söylemler duyulmaya başladı. Durumun farkına varan Sulhi Ceylan; “Keyfekeder bir diyalog bu, her an bir durakta durabiliriz, hem bakın kitap benden bile büyük’’ deyiverdi. Sulhi Ceylan konuşurken Aydoğan K’nın sağ tarafında oturan Davut Bayraklı’ya spor ayakkabısındaki yırtığı göstererek bir şeyler yapması gerektiğini ima ettiği görüldü.
***
Araya giren Aydoğan K, dokunmatik telefonların şehadet parmağımızı teslim aldığını, o parmağın isminin artık “kaydıran parmak” olduğunu, her şeyimizi işte böyle ufak şeylermiş gibi gözüken sebeplerden dolayı yitirdiğimizi söyledi. Ardından da dinleyicilerin çıkışta para toplayıp vermelerini çünkü dokunmatik telefon alacağını söyledi.
***
Sulhi Ceylan, nasıl olduysa bir ara konuyu Lacan’a getirdi. Dinleyiciler durakları kaçırdıklarının farkına varıp Lacan’da nerden çıktı diyeceklerken, konuyu bir hikâye ile bağladı:
Sarhoşun biri çamurlu ellerini, sırf temizlemek amacıyla yetim bir çocuğun başına sürmüş ve fakat o yavrucağız, sarhoşun bu kötü niyetinden habersiz, saçlarının okşandığını, bir yabancının kendisine sevgi gösterdiğini zannedip sevinmiş. Allah’da bir yetimi sevindirdiği için, o kötü niyetli sarhoşa hidayet lütfedip affetmiş.
***
Söyleşinin akabinde Aydoğan K, öğrenci olduğu her halinden belli bir dinleyiciye ne okuduğunu sorduğunda aldığı cevap karşısında seminer salonu kahkahalarla dolmuştu: “3 İhlas, 1 Fatiha.”
***
Derken Ömer (Ertürk olan değil çok şükür ki), Sulhi Ceylan’ın yanına yaklaşıp; “Şuan 6. sınıftayım. Yani okul 2 sene uzamış durumda ve benim hâlâ 30 kadar alttan dersim var. Bunları düşünüp hüzünlendim ve ellerimi kaldırıp Allah’tan yardım istiyordum ki aklıma siz geldiniz ve utandım. Hemen duamı size çevirdim Allah’ın önce Sulhi Ceylan’a yardım et, onun durumu benden beter’ deyiverdim dedi. Sulhi Ceylan cebinde sakladığı umudu o an göğe bırakmıştı.
***
Seminer sonrasında rota Sirkeci garındaki dergi fuarıydı. Baran ve Furkan dergisi standlarına Salih Mirzabeyoğlu’nun özgürlüğü için imzalarını atıp yollarına devam ettiler. Onlarca dergi alıp (bedava) çantalarını doldurduktan sonra vapurda paylaştılar. Her zamanki gibi 2 Aydoğan’a, 1 Sulhi’ye. Malum kaybetmeyi göze almadıkça hakikate dair hiçbir yol kat edilemez.
***
Ekip, dergi fuarında yanlarına katılan Okan Gencer’i de alıp Kadıköy vapuruna bindiklerinde nedense başlarını gökyüzüne kaldırdılar. Gökyüzünde onları karşılayan bir cümle vardı sanki, yada onlar böyle bir cümle gördüklerini sanmışlardı: “Hayat, insanın kendi ismini aradığı bir yolculuktur. Allah kuluna kendi isminden daha yakındır.”
***
Okan, Aydoğan ve Sulhi yüzlerindeki hüznü hafif bir gülümsemeye bırakırken gemi Kadıköy iskelesine yanaşmak üzereydi. Hayat nasıl da geçiyordu, zaman hiç geçmezken.
1 Yorum