Sulhi Ceylan dolma kalemini ceketinin cebinden çıkarttığında seher vaktiydi. Mumun kızıl ışığı masasını aydınlatıyordu. Divitini usulca hokkasına batırıp mürekkebi kâğıtta büyük bir ihtimamla gezdirdi: “Buluşma. 19:30. Malum mekân. İlgili kişileri haberdar et.” Kağıdı özenle zarfın içerisine yerleştirip mühürledikten sonra kahyâsına, zarfın acilen Adem Suvağci‘ya ulaştırılması gerektiğini söyledi…
Zarf, ulaşır ulaşmaz Adem ilgili mercilerle türlü kanallar aracılığıyla iletişime geçti. Boş zamanlarında gurmelik mesleğini icra eden Muhammed Furkan Kâhya, haberi aldığında ekibe ikramları olduğunu ve herkesin aç gelmesini iletti. Hemen mutfağa girip ekibe tattıracağı yiyecekleri hazırlamaya koyuldu. İbrahim Halil Aslan ise haberi aldığında Edebifikir’de tefrika edilen hikâyesinin üçüncü bölümünü yazmak için masasına oturmuş, lâkin ilk iki bölümün tirajının düşük olduğunu düşündüğü için “Kanlı Zalimin Ettiği İşler ve Edebifikir Okurlarına İnce Bir Sitem” başlıklı bir yazıya tutulmuştu. İbrahim haberi aldığında bizzat editöre sitem edecek olmanın yazı yazmaktan daha iyi hissettirdiğini fark edip daktilosunun başından ayrıldı ve yola koyulmak üzere hazırlandı. Oğuzhan Yılmaz ve Serdar Kocabaş‘a da haber gitmiş, buluşmaya katılacaklarını iletmişlerdi.
Saatler 19:30’u gösterdiğinde Adem ve Oğuzhan, Sulhi’yi buluşma mekanında hazır ve düşünceli halde bulmuştu. Sulhi sabah saatlerinde Kaliningard’tan bir mektup aldığını ve mektupta Königsberg’de mantık dersleri aldığı esnada sınıf arkadaşı olan Kant‘ın ölüm haberinin yazdığını söyledi. Kant’ın felsefeye olan bu denli etkisine rağmen yaşamının son günlerinde elden ayaktan kesildiği için yakın çevresinde dahi hiçbir itibarı kalmaması Sulhi’yi derinden etkilemişti. İbrahim geldiğinde masadaki kasveti görmüş, evden çıkarken çantasına attığı sitemi çıkartmaktan vazgeçmiş ve sadece “Furkan nerede çok açım” demekle yetinmişti. İbrahim ekibe yemeği hatırlatınca açlık masadaki bütün kasveti bastırdı. Furkan, elinde kap kap yiyecekle uzaktan göründüğünde ekip büyük bir heyecanla sandalyelerini masaya yaklaştırıp yerlerini tazeledi. Furkan selam verdikten sonra getirdiği yiyecekleri, yapım aşamalarıyla birlikte büyük bir zevkle anlatmaya başladı: “Bunlar selenyum ve beta-karoten, likopen, lutein, zeaksantin gibi karotenoidleri kullanarak hazırladığım kurabiyeler, bu 24 saat dinlendirilmiş hamurla yaptığım glütensiz, tamamen organik ve vegan atıştırmalıklar, bunlar…” gibi detaylarla sağlıklı sağlıklı konuşuyor, Adem’in sinirini hoplatıyordu. Ekibin tek arzusu masadaki kasveti bastıran açlığı, masadaki yiyeceklerle yatıştırmaktı. Furkan’ın çaylar geldiğinde detayları anlatmayı yarıda kesmesini fırsat bilen ekip hemen yiyeceklere yumuldu. Yiyeceklerin her biri ekipteki herkesin damak tadına yabancı gelmiş, açlıklarını azaltacağı yerde daha da artırmıştı. Oğuzhan sağlıklı yiyeceklerin vücudundaki etkisini kırmak için sağlıksız sorular düşünüyor, lâkin kanına karışan trigliseridler buna izin vermiyordu. Derken İbrahim açlığını yatıştıramadığı için başka bir arkadaşının yanına geçmenin çaresini ararken “Öykü ve hikâyenin farkı nedir?” diye bir soru sorduktan hemen sonra hikâyeye karıştı. Ortamdaki kişi sayısı arttıkça sessizlik katsayısı da artan Oğuzhan, İbrahim’in gidişiyle sesini tam yükseltecekti ki Serdar ekibe dâhil oldu. Usulca sessizlik katsayısını tekrar eski seviyesine getirdi.
Serdar’ın gelişiyle meselenin edebiyat, fikir, kültür, sanat gibi konulardan kadın konusuna gelişi arasında 10 saniye var ya da yoktu. Serdar hal hatır faslını reklamı atla butonu çıkar çıkmaz tıklar gibi atlamıştı. Türkiye’deki cins-i latif ile görüşmelerinden istediği sonucu alamadığı için interneyşinıl faaliyetlere giriştiğini anlatmaya başladı. Balkanlar, Avrupa, Afrika, Asya ve Arap yarımadasında görüştüğü hiç kimseyle anlaşamadığını ve son olarak rotayı Rusya’ya çevirdiğini söyledi. Furkan bir anda araya girerek: “Moğolistan… Moğolistan’dan biriyle görüştün mü?” diye sordu. Serdar hiç oralı olmadan anlatmaya devam etti. Kazan’da biriyle görüşmüş her şey iyi giderken bir anda: “Тяжелы кандалы в эту пору! Я не поэтизирую в эту минуту и уверен в правде моей заметки. Кроме того, что в тепле, среди яркого солнца, когда слышишь и ощущаешь всей душою, всем существом своим воскресающую вокруг себя…” cevabı alarak reddedilmişti. Görüşme boyunca İngilizce konuşmuş ancak Rusça reddedilmişti. (Reddedilmeyi duyan Adem derinden bir ah çekti.) Serdar, Rusça bilmediği için yan masadaki adama “What did she say?” diye sorduğunda ise kadının Dostoyevski‘nin Ölüler Evinden Anılar kitabından alıntı yaptığını öğrendi. Alıntı şöyleydi: “Prangalar bu çağlarda insana ne de ağır gelir! Şu anda edebiyat falan yapmıyorum, düşüncemin gerçekliğinden eminim. Bundan başka havada, parlak güneş ışıkları altında, çevresindeki doğanın ölçüsüz bir hızla dirilişini insan bütün ruhuyla, bütün varlığıyla öyle bir duyar ki…” Furkan kulak kesilmiş dinliyor gibi görünürken aniden: “Pirok… pirok yedin mi?” diye sordu. Serdar yine oralı olmadı ve tekrar Rusya’ya gideceğini söyledi. Sulhi, soğuk savaş yıllarını düşününce Rusya’ya gitme fikrine sıcak baktı ve “Bir dahaki sefere beraber gidiyoruz!” deyiverdi.
Kahve içmek için mekan değiştiren ekip birçok farklı konu daha konuşmuştu. Ancak Adem konuşmanın bir yerinde jawline kelimesini kullanıp ne olduğunu derinlemesine izah edince günü yazma görevi editörün tek bakışıyla kendisine daha buluşma başladığı an tayin edilen Oğuzhan, şaşkınlıktan kahvecide konuşulan konuların hepsini unutmuştu. Derken ayrılma vakti gelmiş, herkes evin yolunu tutmuştu. Sulhi eve vardığında masasının başına geçti, mumu yaktıktan sonra yazmaya başladı: “Yolculuk. Rusya. Biletleri ayarla.” Kâğıdı zarfın içine koyup mühürledikten sonra kâhyasına mektubun sabah saatlerinde Serdar’a ulaştırılması gerektiğini söyledi…
(07.08.2024)
Oğuzhan Yılmaz