Çaykolik Sohbetleri: İçimizdeki Hayvanı Avlamak

Evet, üzerimize trenler geliyor ve biz rayları değiştirmeye uğraşıyoruz. Evet, trajediye göz kırpıyoruz çünkü aşkımızı bir ömür sürdürmek istiyoruz. Evet, zavallılığımızın farkındayız ve bu bilinç bizi güçlü kılıyor. Mesela Kadıköy’ü rahatsız etmek istiyoruz. Kaldırım taşlarını bir bir sökmek, sokakları baştan dizayn etmek, içimizdeki ve dahi Kadıköy’deki hayvanı çarmıha germek istiyoruz. Daha dahalar istiyoruz. Kadıköy’le yüzleşmek, can sıkıntımızı sokaklarında kaybetmek, serseri bir kurşun gibi hedefi kaçırmak ve düştüğümüz yerden kalkmak istiyoruz. Evet, çiğnenmiş gül yapraklarının kaderini anlamak gibi bir derdimiz var.

Altı üstü bir düzine adamdık; bütün üniformalardaki düğmeleri koparmak isteyecek kadar öfkeli ve bütün karıncalara ulu bir nazarla bakmak isteyecek kadar merhametli olmanın tezadı içinde, İstanbul‘un en yaralı semti olan Kadıköy‘de bir araya gelmiştik. Kabuğumuzu kırmak için bir şeyler yapmamız gerekiyordu; bowling topuna benzeyen dünyanın devirebileceği nesneler değildik; âlemin özü ve yaratılmışların göz bebeği olan âdemdik! Biz de Çaykolik Sohbetlerinin ilkini gerçekleştirdik.

Saat 19:15 sularında Çaykolik’te toplanan ekip içerisinde yeni sîmâlar da bulunuyordu; bu, umut tazelememiz için yeterliydi. Büyük bir iştah ile çay ve simitle donattığımız masanın etrafına kurulduk. Masanın baş tarafında oturan İbrahim Aksu‘nun olduğu bir ortamda yüzeysel lakırdılar etmenin mümkünâtı yoktu, biz daire desek o küre diyor, biz üçgeni konuşmak istedikçe o dikkatleri prizmaya çekiyordu. Felsefî bir minval üzere başlayan sohbet, Aristo‘dan İbni Sina‘ya, Taşköprülüzâde‘den Ekrem Demirli‘ye doğru seyrederken, bir ara nasıl olduysa konu Ali Emirî Efendi‘ye geldi. Feyyaz, ilk mısraı Yahya Kemal, ikinci mısraı Süleyman Nazif tarafından Ali Emirî Efendi için yazılmış olan bir beyti masaya bırakıverdi:

Hezar gıpta o devr-i kadim efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine

Bunun üzerine aramıza yeni katılan harita mühendisi arkadaşımız isyan bayrağını çekti ve “Siz nasıl tiplersiniz abiler? Ne işle iştigal edersiniz? Biz daha yolun başındayız, bu sohbet nereye doğru gidiyor böyle!” diyerek haklı bir serzenişte bulundu. Geç kalmışlığın da bir hikmeti olduğuna dair derin düşüncelere dalmış olan Celâl Kuru bu çıkışı tebessümle karşıladı. Yeni gelen arkadaşlara bizi kısaca tanıtan Sulhi Ceylan sazı İbrahim Aksu‘nun elinden almak için güzel bir fırsat yakaladıysa da bunu iyi değerlendiremedi. Söz döndü dolaştı yeniden felsefeye bağlandı. Muhabbetin çığırdan çıktığını fark eden Sulhi boş bulunup Eflâtun‘nun şahsiyeti hakkında olur olmaz laflar edince, Trabzon’un İhsan Fazlıoğlu‘ndan sonra yetiştirdiği en büyük felsefeci olan İbrahim, Eflâtun‘a atılan iftiraları âteşin bir üslupla savuşturdu. Gece İbrahim Aksu‘nun gecesiydi. Evli olduğu hâlde aramıza katılmıştı ya, varsın Davut Bayraklı‘nın, Abdurrahman M.’nin ve evli olan bütün Edebifikir yazarlarının yerine de konuşsundu.

Çaylar içilip Celâl Kuru’nun aldığı kitaplar elden ele dolaşırken her yüzde hem mutluluk hem de hüzün kendini göstermeye başlamıştı. Evet dünya değişiyordu ve bu değişim Çaykolik’te başlamıştı. Herkes hayret ve merakla birbirinin yüzüne bakıyor ve o seçilmiş insanların kendileri olabileceğine inanmamak için direniyordu. Yoksa Sulhi çaylarımıza efsun mu katmıştı? Hakikat diye diye hakikate ulaşmamanın acısını bu şekilde mi azaltıyordu? Ama hayır. Aklımız gayet başındaydı. Bir şeyler oluyordu. İçimizdeki hayvan pusmuş ve lâhûtî bir gece bizi seyrine almıştı. Bir anda etraf genişleyiverdi. Çaykolik sanki Kadıköy halini almıştı. Kadıköy’deki tüm insanları görmeye ve dahi kalbini okumaya başlamıştık. Günah ve sevabın birbirine âşık olduğunu gördüğümüzde küçük dilimizi yutmak üzereydik. Zıtlar tevhid halindeydi. Öyle şeyler gördük ki anlatsak bize zırdeli demekten başka elinizden bir şey gelmezdi. Kaldı ki biz de çok korktuk ve içimizden biri “Allah’ın bu hali al bizden, kaldıramıyoruz” deyiverdi. O dua ağzından çıkar çıkmaz her şey eski haline döndü. Sanki birlik gitmiş yerine çokluk gelmişti ve biz kesretteki vahdeti görmemek için dua etmiştik. Sulhi dua edene sert sert bakarken, İbrahim merak etmeyin akıl da ilahidir ve bizi maksudumuza götürür, dedi. Ama olan olmuştu ve biz çay paralarını ödeyip sokaklarda kaybolmuştuk.

Edebifikir Haber Ajansı

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • sinan turap , 17/02/2017

    ah .!! orda olmak gerekti dün o saaatlerde.. ama ne mümkün, şehir başka,zaman da eylem ve boylamca bakıldığında başka….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir