Müsâbaka

Yenilgi Nedir?” dosyamızın ikinci yazısını Ömer Can Coşkun yazdı.
***

Ben: 0 Dünya: 1

Yenilgi yenilgi dürülen bir adam vardı. O bendim. Bir nefes almış, doğmuş ve kazandım zannetmişim. Aldığım nefesi tekrar verince anlamışım ki geldiğim dünyanın düzeni almak üzerine kurulu değil. Bilakis ne aldıysan hepsini kaybedeceğine kendini inandırman gerekir. İnanamadığın her an, aldığın nefesi vermek de dâhil olmak üzere, her alma girişimin bir hüsrana, acıya ve azaba dönüşür. Kaybetmek bir yenilgidir. Kaybetme korkusu ise insanı katlar, iki büklüm eder; bir daha katlar, bir daha…

Ben: 0 Dünya: 2

Dünyaya tam ve sağlıklı gelmek denilen kavramın tam olarak açılımı nedir biliyor musunuz? Eksiksiz? Sağlıklı? Ruhsal ve Fiziksel bütünlük? Benim her şeyim tamdı. Sadece sizin isteseniz de yapamayacağınız bir hareketi devamlı yapar halde doğdum ben. Sağ elim, parmaklarımdan itibaren koluma doğru bir salyangoz kabuğu gibi kıvrılmış halde. Tam ve sağlıklıyım. Eksiğim yok. Yani bir nebze. Her neyse. İnsan alışabilir böyle bir duruma ki alışmazsa cehennem olabilir hayatı ama kimse sıcağın fazlasını sevmediğine göre geçici dünyanın üzerime biçtiği dona bu kadar ehemmiyet vermeyerek devam edebilirdim hayatıma, insanlar bukalemun olmasaydı. Renk değiştirdiklerini ima etmiyorum. Belki de ediyorumdur. Bir insanın bir gözüyle size gülümseyip diğer gözüyle kolunuzu incelediğine şahit olmadıysanız bir insan bukalemunundan renk değiştirmesini bekleyebilirsiniz. İşte o zamana kadar takmadığınız bir mesele, yani kendi kendinize telkinde bulunup ne olacak canım dediğiniz bir meseleyi kafanıza taktığınızı anladığınız anda nefes alıp vermekten sonraki yenilginizi de almış bulunursunuz.

Ben: 0 Dünya: 3

Yenilmek: Yutulmak, bir lokmada. Kaybetmek, kaybolmak, bir anda. Çok anlamlı. Ama benim yenilgilerimi anlatmıyor. Hadi bakalım yenilgilerimin tamamını sıralayayım. Geçen gün şöyle bir şey oldu, oradan başlayalım, gibi birer cümle ile başlayıp müze gezdiren sanat tarihçisi misali her detayı anlatacağımı düşünmeyin. Artık o safhayı geçtik çünkü. Uçakta uçmuyorum ki etraftaki bulutları, gözden uzaklaşıp minicik olmuş evleri apartmanları anlatayım size. Çoktan bir rokete bindirildim ben. Atmosferden çıkalı çok oldu. Etrafta anlatacak bir şey yok. Sadece yenilginin uğultusu kaldı. Bu uğultu en tiz gürültüden bile daha çok rahatsız ediyor. Rahatsız ettikçe anılar siliniyor ama etkisi giderek büyüyor, sonu kara delik, sonu bilinmezlik.

Bir yenilgiyi anlatabilecek en güzel kelimeyle karşılaştığımda işte bu demiştim: “şikest (شكست)”. Farsça. Evreka! İlk anlam kırılmak. Çünkü bir lokmada olamaz bir yenilgi. Çatırdarsın. Her bir yenilgide 3 gözlü gözcü “şın”, göbeğini çıkarmış keyifle seni bekleyen “kef”, sivri dişlerini gösteren “sin” ve senin parçalanmış halini altın tepside sunan “te”… Bence bir fabrika bu kelime. Sağlam girip parça pinçik çıktığın. Bir yenilgiyi bundan daha güzel anlatan kelime yoktur. Buna eminim. Çünkü Arap harfleri ile yazılışı dahi gülümsüyor size. Çok keyifli değil mi? Gülerek parça parça oluyorsunuz. Hiçbir şeyden haberiniz yok yürüyorsunuz. Haberiniz olsa neden yürüyesiniz ki zaten. “Şın”ın gözleri ile karşılaşmadan hiçbir şey anlaşılmıyor ki. İnsan bazen anladıklarını öyle anlamazdan gelmek istiyor ki şaşarsınız.

Ben: 0 Dünya: 4

Ben bu dünyada rahat bir kanepede otururum sanıyordum, baktım bir minderin kenarında yer bulabilmişim kendime. Rahat bir kanepe bulsaydım tüm hikâyeyi kanepeye uzanır anlatırdım. Kanepe benim için bir zafer olabilirdi. Olmadı. Minder de yetiyor. İnsan alışıyor yani. Bağdaş kurdum üstünde, okudum, düşündüm, uyuyakaldım. Ne yana yakınsam o yana düştü başım. Hiç boyun ağrısı ile uyanmadım. Komple sırt ağrılarım oldu benim. İki büklüm yatmanın iki katını geliştirdim. Dört büklüm uyudum. Sabah uyandığımda sağ bacağımla sol bacağımın yerlerini karıştırdım. Öyle düğümlenmiş buldum ki kendimi. Sağı atıyorum sanıp solu attım. Minderin üzerinde debelenip durdum. Ve bir kütleme geldi sırtımdan. Yere uzanmak da fena fikir değilmiş aslında. Zemine uzandım, uzandım, uzandım. Yatay bir şekilde yayıldım dünyaya. Dibe yerleştim. Ondan sonra toprak oldum. Katılaştım sandım. Katılaşırsam en fazla basar geçerler ve katı olduğum için bastıklarını bile hissetmem diye düşündüm. Bastılar. Geçtiler. Bastılar, geçtiler. Vücudumun dörtte üçünün su olduğunu unuttum. Her basıp geçmelerinde vücudumdaki suyu bırakmaya başladım. Dalgalandım, depremler oluşturdum. Sarsıldım, sarstım. Yoruldum. İnsanlar yoruyor. İnsanların yanında çok konuşursan rahatladığını sanıyorsun. Çok konuşanı çabuk çözüyormuş insanlar. Hemen dökülüyor yahu bu da şöyle bir adam işte. Bak ben bunu çözdüm şunu şunu söylerken diyorlar. Desinler. Ben onlara hep duymak istediklerini anlattım. Onlar duyduklarını benim sandılar. Çözdüm dedikleri ben değil, kendileriydi. Ama şimdi desem ki onlara ben sizi size anlattım yani siz kendinizi çözdünüz. Şöyle bir bakıp diyecekler ki bana: Bu çocuk da bir yere kadar güzel konuşuyor da bir yerden sonra saçmalıyor. Çok dinlememek lâzım.

Susalım o yüzden. Açıkta değil ama. Akarsu gibi değil, bir pet şişeye hapsedilmiş su gibi. Yoksa kıymetin yok. Herkes elini ayağını sokuyor şapır şapır sıçratıyor etrafa seni. Bir de bakıyorsun etrafta kimse kalmamış, bin damla olup saçılmışsın ve bir oluk da yok tekrar bir araya gelebilmen için.

Ben: 0 Dünya: 5

İçime doğru konuştuğum ve yuttuğum kelimeler, her yenilgimde her kabullenişimde her kendimi yenilgiye mahkûm ettiğimde, geceleri gündüzleri kendimle -ki insanlarla uzun süredir sohbeti kestiğimi düşünürsek- ettiğim muhasebeler, faturalar, tebligatlar, dilekçeler ciğerlerimin bir yerinde sıkışıp kalmıştır. Bu sıkışmalarım sonucunda kimse bu adam da zor durumda dememiş ve hacze gelmişlerdir. Bu beş para etmezliğim içinde ne bulup da ne aldılar diye sorarsanız bütün bedenim yerli yerinde duruyor demek ki tenden giden bir şey yok. Kalan bir can var onu aldılarsa asıl sahibi fena hesap sorar, bunu da benim düşünmeme gerek yok. Ben yine kendi türümden insanlara yenilmişim. Bu da bir yerde yamyamlık sayılır.

Asıl mesele şu: Çok büyük bir yalancıyım. İki kolum da sapasağlam. Diğer insanlardan zerre farkım yok. Ama görmediğimiz hiçbir şeyi dertten saymıyoruz artık. Kolumu kusurluymuş gibi gösterip öylece sokaklarda gezsem, insanların bakışlarının altında ezilsem, insanlar benden daha iyi durumda olduklarını görseler, rahatlasalar, evlerine rahat ve huzurlu dönseler benim derdimle dertlenir gibi yaparlardı. Ve bir süre sonra beni unuturlardı. Hatta birkaçından Allah’ın benim yardımcım olması hakkında dualar bile alabilirdim. Herkes memnun ayrılırdı. Ama aldığım ilk ve verdiğim ilk nefesi hatırladığım anda ruhumda bir kıvrılma hissettim. Kıvrılınca çok bir şey olmuyor. Ama kıvrılma safhası da bitmek üzere. Bu yüzden bu kadar çok konuşma ihtiyacı hissettim. Kırılma bölümüne geçince konuşacak halim de kalmayacak sanıyorum. İşin kötüsü hâlâ üzerime basıyorlar. Kimse yakındaki depremin farkında değil.

Ömer Can Coşkun

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir