Ansızın Savaşta Buluyor İnsan Kendini, Ansızın Mülteci Oluyor
15 Temmuz’a, kendi küçük dünyama gömülü bir halde girdim. Mutlu olmak, sevdiğim insanlarla görüşmek için geldiğim yabancı bir şehirde günlerdir manasız sıkıntılar içindeydim ve eğleniyormuş numarası bile yapamıyordum. Akşamüzeri ablam bir arkadaşıyla buluşmak için zorla da olsa beni kolumdan tutup ODTÜ’ye götürdü. Telefonumun şarjı bitince konuşmaya katıldığımda, karşımdaki kişinin de yıllarca benimle aynı baskıcı, rahatsız topluluğun içinde yaşamak zorunda kaldığını ve yine benim gibi korkularını ancak bastırarak suyun yüzeyine çıktığını öğrendim.
Cehennemde olmanın en kötü yanı orasının cennet olduğuna inandırılmaktır. Boğulursun ama nefesini tuttuğunu zannedersin. Donarken olduğu gibi önce titremeye başlarsın, bedenin direnir; sonra alışırsın, uyuşuk bir sıcaklığa bürünüp uykuya dalarsın. Oysa uyku düşman, uyku sinsi, uyku seni tüketmek istiyor.
Etrafındaki balıklar yabancıdır, ne yaparsan yap onlara katılamazsın çünkü başka sulardan gelmişsindir. Aslında en güvendiklerin seni bir torbayla atıp gitmiştir ya sitem etsen de çare olmaz, bunu senin iyiliğin için yaptıklarına inanırlar. Bir kabuğun içine saklanırsın ve numara yaparsın çünkü en iyi becerdiğin şey bu. Hayatın boyunca çeşit çeşit denizden geçtin ve her birinde akıntıya atılmaktan korkarak saklandın.
Tabiî ki her maskenin çatlakları olur ve gözleri delik arayanlar bunu fark eder. Önüne tanıdık kelimeleri dizerek yolunu değiştirmeye çalışır. Ama bütün bunlar iz bırakılmadan, öylesine akıllıca yapılır ki sen bile anlayamazsın. Yine de tüm oltalardan daha ince, daha sağlam, daha geniş bir ip bağlanmışsa omzuna, zihninde bir nokta direnir. Evet, isyan dersin şiir bilmezken. İsyanını kötü zannederken. Kim olduğunu bilmenin baloncuğunda bir nebze nefes alırsın ama hâlâ gri sulardan çıkamamışsındır. Okyanusa yöneldiğinde “Karaya vuracaksın,” derler. “Burada güvendesin. İtaat et ve kurtul, şeriatın kestiği parmak acımaz.”
Metaforlar sıktı artık ama bunu başka türlü anlatamıyorum işte.
Şarkıda diyordu; “Bırakmazlar, sahibim var.” Bir sahip seni o cehennemden çekip cennete koyuyor sonra. Önce çekine çekine sonra coşkuyla senden bir yüzüşe katılıyorsun. Bir yerlerin hâlâ katran kaplı; bocalıyor, uzaklaşıyor ama dönüyorsun evine.
Karşımda öfkemi paylaşan birisini görünce konuştum, ailem ve terapi dışında her yerde konuşamıyordum ama o zaman konuştum. “Balıklar deri değiştiriyor, bir şeyler olacak sanki” dedi. Boş şişeler, reggae müzik, karnımda büzüşen sıkıntının arasında Allah’a sığındım. Her an birisiyle tartışacakmış gibi gergin olmama rağmen, düşman sahasında meydan okurcasına ettiğim sansürsüz lafların verdiği sarhoşluk etkisiyle, üzerimizden geçen uçakları ancak köpekler çıldırmış gibi havlamaya, koşmaya başlayınca fark ettim.
Taksici “Aşti’de bir şey mi olmuş, internetten bakar mısınız?” diye sorduğunda patlama olmaması için dua etmeye başladım. Çünkü benim gibi paranoyak birisinin bile bekleyebileceği en korkunç şey bir patlamaydı. Birkaç saat sonra patlamaların sayısını aklımda tutamayacağımı bilmem mümkün müydü? Ama galiba kötü olaylar hep ansızın geliyor. Ansızın savaşta buluyor insan kendini, ansızın mülteci oluyor, ansızın ölüyor, parçalanıyor, şişiyor.
Ablamın evi Beştepe’de. Çok merkezi olduğu için içimden böbürleniyordum. Külliye’nin yakınında olmak küçük dünyamda “havalı” bir şeydi. O sırada henüz gürültü başlamamıştı, polisler etrafta değildi, kimsenin olanlardan haberi yoktu. Eve geldiğimizde haberlere baktık, tuhaf bir şeyler oluyor ama net bir açıklama yok. Köprüyü kapatmışlar, kim kapatmış, tarih ve siyasetten uzak kafam parçaları birleştirmekte zorlanıyor.
Gecenin geri kalanı sonsuza kadar sürdü ama bir anda oldu. TRT’de absürt isimli bir topluluğa ait bildirinin okunması, spikerin alnındaki terler, helikopterler ve silah sesleri, arkadaşım sandığım insanlarla aramızdaki son bağların da inanılmaz acı verici bir şekilde kopması, basın açıklamaları… Bir ara amcam arayıp “Dışarı çıkmayın!” deyip kapattı, “Neredesin, nasılsın?” diye sormak aklımıza gelmedi. Sonradan öğrendik ki tüm gece meclisteymiş, açık alanda üzerlerine kurşun yağdırmışlar, içerideyken de bombalamışlar.
Sonra patlama seslerini işittik. En başta her gürültüyü patlama zannediyorduk, bir süre sonra sonik ile gerçeğini ayırt etmeyi öğrendik. Bir yandan ülkenin geri kalanında ne olduğunu anlamaya çalışıyor, bir yandan kendimizi nasıl koruyacağımızı düşünüp korkuyoruz. Sokaklar ıssız, sanki hayalet bir semtte birkaç kız yapayalnız kalmışız.
Bir tülbent hediye almıştım günler önce, sâlih bir insandan. Ona sarınıyorum zırh gibi. Patlamalar kapıların çarpmasına sebep oluyor, pencereler titriyor. Karşı binadaki dükkânların camları kırılıyor. Yaşam içgüdüsü ön plana çıkınca hiçbir şeyi düşünmeden koşuyor insan. Televizyon açık kaldı, CNN Türk’ü basmışlar.
Koridorda oturuyoruz. Tespihimi o endişeyle içeride bıraktım ama kapıyı açmaya cesaretim yok. Birisi dışarı çıkalım diyor birisi güvenli bir yere gidelim. Panik tüm bedenimi kontrol altına almış, bırak sokağa çıkıp ülkemi korumayı kımıldayacak durumda değilim. Korkak ve aciz hissediyorum. Merak etme, diyorlar “Ülkemize bir şey olmaz.” Biliyorum ama ya evlere bomba atarlarsa? Ya enkaz altında kalırsam? O gece milletimin imanı benimkinden daha güçlü olduğu için ne kadar şükretsem az.
Çaresiz bir belirsizlik içinde her patlama sesinde dizlerimi göğsümde birleştirip “Lâ havle ve lâ kuvvete” çekiyorum. Allah en güçlüdür. Sabaha karşı çatışma azalır gibi oluyor, insanlar arabalarla sokaktan geçiyor. Salâ sesinin ne kadar huzur verici olduğunu daha önce fark etmemiştim.
Aniden daha şiddetli patlama sesleri; ev titriyor, salonun kapısı açılınca içeriye toz duman ve barut kokusu doluyor. Sanki o karanlıktan birisi çıkacak gibi korkuyorum. Evet, artık karanlığın bilinemezliği beni ürpertiyor. İsimlerini anarak evliyaullahı çağırıyorum. Allah’ım, diyorum Efendimizin (a.s.) Bedir duasını hatırlayıp. “Burası İslam’ın son kalesi. Türkiye düşmesin lütfen, lütfen, lütfen.”
Sakinleştikçe sosyal medyayı kontrol ediyorum, iyi insanların yazdıklarını paylaşıyorum. Dua ederken “iyi askerimiz, iyi polisimiz” için istiyorum artık yardımı.
Son defa yazıyorum eski dostlarıma, burada bombalar patladı diye. Helalleşmek istemiyorum aslında benim korkumu tatsınlar istiyorum. Üzülsünler istiyorum. Bencil biriyim, hikâyem bir kahramanlık hikâyesi değil.
Yorgunuz ama uyuyamıyoruz. Başımız zonkluyor, ellerimiz titriyor ama ilaç içemeyiz tetikte olmalıyız. Bunca zaman olmadığımız için belki de. Bir arkadaş uyuyabiliyor, Nusaybinli. Alışmış bu seslere.
Gün doğunca her şey bitecek, diyoruz. Gün doğuyor, Külliyeyi bombalıyorlar. Son çırpınışları ve can yakmaktan çekinmiyorlar. Artık korkamayacak kadar bitkiniz. Ancak saat yedi, sekiz gibi odalarımıza gidip uyuyabiliyoruz. Bir daha odasına gidemeyecek olanlar var, hâlâ uyuyamayanlar var. Onları aklımızdan çıkarmadan bir gözümüz açık uyuyoruz. Zaten çok uyuma şansımız yok zira birkaç saatte bir otobüs sesi, sandalye gıcırtısı bizi yerimizden sıçratıyor.
Bir şeyler yapamadığım için telefona sarılıyorum. Her şehitten, her zulümden haberdar olmalıyım; her bıçağı not almalıyım, canım yanmalı. Tüm bunları zihnime kazımalıyım ki hiç unutulmasın, öfke soğuduğunda affedilmesin. Bir daha küçük menfaatler peşine düşüp kandırılmasın insan. Zihnim daha fazlasını kaldıramayacağını söylüyor, insanlar sakinleşmemi istiyor ama ben artık kendimi kandıramam, illüzyonların dünyasına dönemem. Bataklık mı, mayın tarlası mı bilemediğim geçmişimi bir rüyaymış gibi anlatamam daha fazla. Allah’ım bizi güçlü tut, cesaretlendir, aklımıza mukayyet ol.
Betül Ceyhan
3 Yorum