Şiir Tevâzuu Kaldırmaz Gerçek Şiirde Haklı Bir İddia Vardır

Şiirde fikir bir meyvenin içindeki lezzet gibi erimiş olmalıdır.” Paul Valery

İnsan neden yazma ihtiyacı duyar? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Yazmak, bize ne kazandırır ya da hayatımızda neyi tamamlar? İlkin yazmanın bizi hangi tarafıyla tesiri altına aldığını, zihnimizi ne şekilde yönlendirdiğini cevaplamamız gerekir. Şüphesiz bu cevabı ararken de bazı kaynaklarımız olmalıdır. Bizim kaynağımız ne? Sedat Umran, şiir için kaynağın şairin canı, kanı ve eti olduğunu beyan edip onların da üzerine mizacın gelmesi gerektiğini söylerdi. Bu ifadesini şöyle açıklardı: “Şair mizacının dikte ettiğine kulak verir. Ancak bunu bozmazsa gerçek şiiri yakalayamamıştır.” Bu düşüncesinin baş tarafına da şunu eklerdi Umran “Mizaç sahibi kişi, mizacından gelene kulak tıkamaksızın onu dönüştürürse şiir artık şair için bir zorunluluk olur. Böylelikle şairin yeteneği şiir tarafından haciz altına alınmıştır.” Bu tanımlamaya, tahlile kulak vermenizi salık veririm. Eğer gerçek bir şiir yazdığınızı iddia ediyorsanız sizde neleri tamamladığına kör kalmamanız gerek. Bu bağlamda şiir bir iddia ile başlar dersek yanlış söylemiş olmayız.  Sedat Umran da böyle düşünürdü ve “Şiir tevâzuu kaldırmaz. Gerçek şiirde haklı bir iddia vardır.” diye söylerdi. Benliğinizden arttırdığınız mısralar sayesinde ve hayat kalıplarını olabildiğince aşındırmaya başladığınız sözcüklerinizin gücüyle ne söylediğini bilen bir şiir sizi yarım bırakıp var olacak değildir zaten. Ama bu olabildiğince kişinin “benliğinden” hareket alıp sökün eden bir tür ortaya çıkma işi olduğundan -zihin ve kalp- nabzınızı iyi biçimde ölçen bir atmosferi sizin için tasarlar. Yazar ve şair kişi de bu tasarımın sağladığı alışılmış zorluğun rahatlığıyla “eyleme” işini görebilecektir. Bu eylem şiirdir, öyküdür ya da roman için başlatılmış bir çalışmadır. Bu nedenle bu söylenenlere danışmadan nabzınızı ölçmüş olmalısınız. Shopenhauer “Dâhinin gerçeküstü yardımcıları yok. Tek yardımcısı beyni…”  derken kurulacak bu atmosfer içinde kalem ve kâğıttan başka neyimiz olmalıdır sorusunu cevaplar biraz da.

Şu “yazmaya nereden başlamalıyım” sorusu, yaygın acemiliğin bir dışa vurumu değildir. Aksine bu cümleyi hayatları boyu birçok usta kalem kendisine sora gelmiştir. Fakat burada daha çok başlanacak cümlenin gücü ilgilendirmez bizi. (Sözünü ettiğimiz bir ilk mısra ise başka) Söylenecek, okura geçecek yani anlatmaya, rivayet etmeye, yalan söylemeye, değiştirip bozmaya başlayacağımız dünyanın içinden ham olarak neyi çekip alacağız? İşte temel meselemiz de bu. Yazımıza sacayağı olacak ham malzemenin ne olduğunu saptamak “yazmaya nereden başlamalıyım?” sorusunu soran kişi için bir rehber olabilir. “Ben bunları yuttum, hıfz ettim, bu işleri geçtim ben!” diyenler de yazdığıma kulak vermeyebilir.

Yazı yazarken daha çok yolun başındaki yazarlar için geçerli olan bir şey de “yazımı tutarlı ve düzgün biçimde nasıl sürdüreceğim?” korkusudur. Özellikle “korkusu” diye söyledim çünkü bu “korku” yazma dürtüsünün insanı harekete geçiren fakat sahih bir yazar olunmamış ise içteki tatmine cevap veremeyen bir tür salgıdan kaynaklı olabilir. Şimdi salgı da nereden çıktı diyebilir bazılarınız. Mutluluk salgısı, öfke salgısı olduğu gibi, vücudumuzda etki gücü bulunan yazma eyleminin de kendine mahsus bir sıvısı vardır sanıyorum. Neticede beyin, siz yazı yazarken hiç olmadığı kadar hareketli ve canlıdır. Ayrıntılı olarak incelemesem de sizler için sonraki yazılarda araştırıp kaleme alabilirim. Bir öyküde ya da makalede iyi bir giriş yapamamış kişi pek tabiî ilerleyen kısımlarda cümlelerinin oturmadığını, birbirinden ayrıldığını, bazen bazı cümlelerin kendi başlarına at koşturduğunu ve aksadığını görecektir. Tek şart iyi başlamak değil tabiî. Kötü başlayıp toparlanan metinler de vardır. Yani iyi giriş yapamayan kişi yazıyı asla doğru şekilde devam ettiremez demiyorum. Bu bir yana, zannederim ki metnin son cümlesi hayatîdir. Şahsen iyi bir son cümle kuramamışsanız yazınıza çok iyi başlamış olsanız bile bu başarılı bir yazı olmaktan uzak olur düşüncesini taşımaktayım.

Yazdığınız türün ustalarını, söz konusu iyi, başucu yapılacak eserleri okumamak, iyi metin yazamamaktan daha kötüdür. Bunun olmasını hiç istemem. Öyle ki yazınız hep kötü olsun da iyi bir okur olun ve her şeyden çok yazacağınız türün kodlarının gizli olduğu diğer yapıtlara öğretmeninizmiş gibi yaklaşın. Okuyup geçmeyin ve sadece keyif almak için okumayın. Bunu yapmanın temel amacı yazarların, yazarlardan ne aldığına değil, hangi yazarın insanın neresine kör kalmışsak orayı okumaya yönlendiren çabasına yönelmektir. Yukarıdan aşağıya doğru, birbiri ardınca sıralanmış cümleler önce kendime sonra size söylediğimdir. Her şeyi halletmiş biri olarak yazmıyorum bunları. Zaten bütün mevzuları çözen biri varsa söyleyin hepimiz ona kulak kesilelim. Böyle biri yoktur sevgili okur. Evet yoktur. Sadece yazarın, şairin yazdıkça kendini tanıması ve tanıdıkça meselelere daha çözümcü yaklaşımı vardır.

Attila K. Sezer

Birinci Yazı: Amaçsız Öyküyü İlginç Kıl

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir