Zülüf geceli aksanın, çoğu zaman diyar diyar dolaşan hüdhüd kuşları kadar güzeldir. Aşkın yansımalarına doğru uzandıkça senin bahçelerinin meyvaları, gönlünün parselleri arasında büyüttüğün kardelen çiçekleri bütün çağın ateşini kapsayabilir.
Elbette ki sen, doğayı iki ayrı temele sürükleyen bir işlevsindir. Bir yanın ay, bir yanın güneş. Ne zaman konuşursan o zaman bu dünyanın nutku tutulur, kalbi pırıl pırıl bir heyecan ile kendisine sonsuzluğun nurunu besteler. Ben bu iki cennet kanadının arasında nice huriler ile aldığım yol kadar sana susmaklıyım. Hangi şehirden geçtim ise, hangi yol ağzında durdum, hangi limoni bir kentin alacakaranlık limanında eskittiysem gönlümün dehlizini; oralarda hep seni bıraktım. Artık niyazların zamanı asılsız rotalarımın dümenini kırdı dünyada. Serseri günahların dipsiz çukurlarında ölen isyancılar yeniden İsa ile kavmine dirildi. Ben berkittim Mecnun’u. Dilim onun kuzey yamacına bakan istilacılarla yamandı.
Bir filozof gülüşüydü ki; azametli bir günışığıyla yeniden yerine doğru bırakıldı. Filhakika neşeni en uzak diyarlara kadar götüren yelkenliler bugün hala senin sesinin ovacıklarında koşturmaktadırlar. Ey dudağındaki tebessümün kardelen yamaçlarından düştüğü huri, cennetin bir havzı da senin mesnevinde kendisine yer etmek için ayrılmış olmalı. Çünkü yontulduğundan beridir her taş senin yurdunun bir köşesini yurt edinebilmek için çilekeş. Ben ise bütün arzularımla hercai dikenlerini topladığım bir yolda aşkına memleket olabilmek için duçarım. Konuşmalarım bir ‘öteben’likten ileriye geçimsiz. Bütün aksanlarımı yinelememe rağmen seni her görüşümde dilim lal tutuşlarında suskunluğa mabet olur. Fasıldır ki, başlar cehennemin en karanlık noktalarından kalbime inmeye. Nöbetleşe firaklarımın kapıya hasret çoğalışıyla; hislerimin ilk isyan ayaklanmasında benden içeri davranması ne kadar töhmetkâr ve hüzünlüdür. Ben ise sığınağım olarak kendime yazmayı görürüm. Kalem, Kal-u Bela’dan beridir anıla gelen hercai acılarla önümüzü tıkayan takoz cihetlerinde yamalara gizli hançerini saplar. Duygularım o an ki bölüşerek içindeki kaynayan alevi, yüreğin dipsiz çukurlarında hapsettiğini mevsimsiz bir bahar eyler.
Bir gün, eğer yaşadığım bütün bu hayatı kendi gözlerine adapte edebilirsen; işte o zaman gözyaşı değil lavlar akacaktır gözlerinden. Mavi nağmelerin içinde gizlediğin tuğlaların, kalbinin bir köşesinden akarken yokluğun pençesine, o çok söylemek istediğin sözlerin bir anda diline duvar, dudaklarına perçinler ördüğüne şahit olacaksın. Yalnızlığının hınzır kıyılarında yüzerken sen, dehşetli bir dalganın seni alıp götürmesiyle sensizliğin hayatıma ne kadar savunmasız ölümlerle savrulduğunu göreceksin. Endişelerinin hürriyetine amansız bir son olup, yüreğinin divanında çakan kıvılcımların anlık nöbetlerinde hüzne kavuşan nadide bir çiçek olduğunu anlayacaksın. Fakat o senin bütün güneşini bir gizli karanlık dâhilinde yolacak. Avucunda kalan bütün satırların mihengini, seni yarı yolda bırakmasına vesile edeceksin. Yanan olacaksın ve bu yaralar ilaç elde edimiyle kapanmayacak. Aksine bütün bu gelişmelerin visali ben iken, dermanının da tek yurdu yine ben olacağım. Gözlerimin içerisinde bir ömür yatıya kalmak isterken sen, ben ise bütün bavullarımı toplayıp senin mevsiminden gideceğim. Sonra yağmurlar inmeyecek memleketine. Denizler de şehrini derhal terk edecek. Ve durmayacak daha sonra gökkuşağı. Kalbinde sürekli oynaşım halinde olan o isyankâr bulutlar, bir mağaranın eşiğine sürgün edecek kalbinin paryasını.
Bir kâğıdın nöbetleşe tutkularında yitirirken arzularını, kaderim dediğin dünyayla ölümleşmek duygusuna kapıldığında, senin isminle anılan her şeyin ben dâhilinde kavrayabildiğin bir umudu aşıladığında;
Benim sana dair gizemimi bütün çıplaklığıyla kavrayacaksın.
Senin için ömrümde ne kadar yer ayırdığımı anlayacaksın.
Kendinde sana ait hiçbir şey bırakmayacaksın.