Aşk ile Gölge

 

Sesimiz vardır. Sesimiz bir geceyi yankılar. Gecenin paranoyak pikaplarında yankılanır sesimiz. Düşlerimizin çağıldayan ilmeğinde. Ki bizim sesimiz varsa eğer bir şehirde, orası gök sofrasının bitmeyen hamdlarına layık olur. Çünkü tinimizden gelen her alfabe, ağustos sıcaklığını kağnında betimler. Çünkü aşk vardır, kalbimizin iç kıyılarında. Hatta kıyılarımızda bile açılır sancaklarımız, denizin Hira’sını nice gönüllerin kıyısına betimler. Ve böylece büyür yüreklerimiz. Çünkü bizim yüreklerimiz arasındaki genişlik; gökdelenlerin temeline uyguladığı basınç kadar yüklü ve mimaridir. Ve yüreğimizin mimarisini yüzyıllar boyu Mimar Sinan gibi ehl-i kâmil olan gönül dostları betimlemiştir. Evet, ben burada olanlardan bahsediyorum. Çünkü her ne zaman âşık olursam, o zaman yüreğimin kıyılarında dalgalanan sancakları savurmak isterim yeryüzüne. Evet aşığım. Hepimiz kadar, hepimizin olduğu kadar. Çünkü bizim yürek uçlarımızdan aşkın gri gölgeleri dağılır yeryüzüne. Aşk dediğimizde siyah-beyaz bir film gösterilir. Monochrome bir hayatın bayrakları altında hüzünvâri kelimeler türetiriz. Bizim aşkımız yazmakla var kılındığı kadar, yaşamakla da ‘Hak’ kılınır.

Şimdi ben kime âşıksam; onun gölgesi altında Liva-ül Hamd sancağı dalgalanır. Ki ben aşk balyozunda bekletilen Hüdavendigârım. Benim padişahlığım yalnızca gönül memleketime. Ritmik istasyonların ağır gölgelerinde bıraktığım bir şafak. Benim aşk sancaklarım böyle işte kurduğum cümlelerde. Sevdiğim kadınlar bile meleklerin kanatları altında berraktır. Kadın demişsem bile uzun boylu değildir öyle; hüznünü hala pencere kenarına yaslamış bekleyen ve sanki yağmurun mihrabı altında kendi Züleyha’sına uyanmış bir kadındır o. Kim Züleyha’yı bu denli yüreğinde büyütmüşse, ben de o denli kanlı gömlekler giyinmekte ustayımdır. Ki ben kimseden böyle şeyler istemedim. Yalnızca Allah’ın yâr-i gülistanı vurur memleketlerimin gölgesine. Kalbimin ayrılıklarında eskittiğim isyan kulvarları, aşkın töhmetkâr arzusuyla böyle disiplinize edilir. Ben böyleyim. Anlattığım kadar endişemin nefesi. Endişem ki, soluduğu nefesiyle dünyanın düşünceleri altında ezilen bir çocuğu uyandırır.

Kadın dediysem; gölgesi O’na koşmak içindir. Ağır yalnızlık betimlerinden geçer, yalnızlığın kadersiz biçemlerinden. Onun kıyılarında aşka yurt olan Yusuf’suz kuyular vardır. Ve her Yusuf o kuyuya düşmek için nöbetinde olduğu günü beklemektedir. Şimdi âşığız arkadaş! Aşka memleket arayışlarında bize çaresiz gözlerle bakmayınız. Biz ne İsa’nın nefesinden gelmişizdir ne de Musa’nın ejderhalaşan asasından. Bizim kınımızdan kılıcımızı çektiğinizde aşkın nefesi arşınlanır. Bizim kınımıza elinizle değdiğinizde Peygamberin teninden türemiş güllere ulaşırsınız. Aşka yol olarak akıp giden memleketlere sürülürsünüz. Trenlerimiz ki, götürür sizi göğün endişesine doğru. Çünkü bizim her bir trenimiz, gök üzerinde konuşlanan cennet hazinelerini kıvrımlar. Ve her bir hazinenin içerisinde Elif yüklü bir alfabenin ritmik elbisesini takınırsınız. Elbiseler, Allah’a temiz bir şekilde götürülmek için giydirilmiştir üzerinize. Meleklerin dergâhında beslediğiniz ümitleriniz ile bir an Allah’ın nuruna ebed mührünü kazıyabilirsiniz.

Bakmayın bu kadar yukarıdan yazdığıma. Diyebilirsiniz ki ellerin kırılsın da yazmasaydın. Ama bizim aşkımız Sevgili’nin yollarından geçer. Ki biz bu yüzden elbise dedik mi gömleği hatırlarız. İçi beyazdır, dışı beyazdır. Bizim gömleklerimizden içi dolu ölümlere armağan edilmiş kefenler anlaşılır. Bizim yalnızlığımızdan türetilmiştir bu kefenler. Ki bir yâre ulaşmak için onun bin satrından geçmek bize asıl hükümdür artık. Yeter ki ulaşalım deriz. Ulaşsak da o yârin satrından bin göğsümüz parçalansın. Ulaşsak da bir şiirin gölgesinde ağır hasretlere uyanalım. Ve o an güneşin buyruğu ulaşır üzerimize. Yelpazeler açılmalıdır artık, şemsiyeler ardına kadar indirilmelidir. Çünkü Mâlik olanın sesi gelmektedir. Çünkü mâsivanın ölüm buyruğu Azrail’in nefesine yüklenen hecedir. Çünkü konuşamaz o an dili hür olan, amalar göremese de, dilsizler dileyemese de o an gökteki yıldızları; biliriz ki o an bütün alkışlar O’nun sabahına uyanır. Ve mutlaktır artık, olacaktır göğün hazineleri gözlerimizde. Konuşamayan dudaklardan kelimeler çıkacak, görmeyen gözlerden cennet hurileri peydah olacaktır. Şimdi O geliyordur. Onun aşkıyla paryalanıyordur bütün coğrafya. Artık kalbi açılmayanlar bir hükme ulaşacaktır.

Kavuşamayanlar bile hasretine kavuşacaktır.

 

Nihat İlhan

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir