Akıl Defteri: Cemil Meriç ile Sohbetler – I

 

“XVIII. asra kadar kimse Shakespeare’den kimse bahsetmez, Voltaier’e kadar. Sonra hakkında hakaretler yazılır. Daha sonra XIX. asırda Tolstoy tenkit eder onu. Tolstoy, Shakespeare’i Rusça, Fransızca, Almanca ve İngilizcesinden okumuştur. Batı’da ciddi olarak Shakespeare’i ilk tenkit eden Tolstoy’dur. Tolstoy, Shakespeare’den daha büyüktür. Kitabı Fransızcaya tercüme edildiği halde batı bu tenkidi yok telakki ediyor. Tolstoy, Kral Lear’i tahlil etmiştir.” [s, 18]

“Türk, Selçuklu ile Türk’tür. Şuur ve idrakin yükselişi İslam’a geldikten sonradır. Ondan evvelki Türk tarihi çocukluk devresidir.” [s, 19]

Windows 7 (codenamed Vienna, formerly Blackcomb) is a personal computer operating system developed by Microsoft. It is a part of the Windows NT family of operating systems Windows 7 Ultimate SP1 Key
Windows 7 (codenamed Vienna, formerly Blackcomb) is a personal computer operating system developed by Microsoft. It is a part of the Windows NT family of operating systems Windows 7 Home Basic SP1 Key
Windows 7 (codenamed Vienna, formerly Blackcomb) is a personal computer operating system developed by Microsoft. It is a part of the Windows NT family of operating systems Windows 7 Home Premium SP1 Key
Windows 7 (codenamed Vienna, formerly Blackcomb) is a personal computer operating system developed by Microsoft. It is a part of the Windows NT family of operating systems Windows 7 Professional SP1 Key
Windows 7 (codenamed Vienna, formerly Blackcomb) is a personal computer operating system developed by Microsoft. It is a part of the Windows NT family of operating systems Windows Thin PC Key

“İmparatorluk kelimesi hazin ve nankör bir kelime. İmperyum, sömürüye ve tahakküme dayanır. Osmanlı, Devlet-i Aliyye’dir. Batının anladığı mânâda sömürücü değildir.” [s, 19]

“Ciddi tedkikte hâtıralar vesika değildir. Hatırat en az itimada şayandır. Her itiraf kendi hakkında müdâfaanâmedir, Goethe’den bana kadar. Hatırat smokinli fotoğraf çektirmektir. Tarihin karşısında poz alıştır. Hatıralar indi hükümler taşır, sübjektiftir.” [s, 19]

“Cemâleddin Efgâni geniş düşünceli ilk sosyalistimiz. Bu genişlik belki masonluğundan geliyor. Bizim dindarlar yanlış biliyorlar.” [s, 20]

“Osmanlı’da felsefe yoktur. İslam medeniyetinde felsefe yoktur aslında. Felsefesi ancak vahiydir İslâm cemiyetinin. Felsefenin mevzuu, ruh, madde, iman; İslâmiyet bunu baştan halletmiştir. Felsefe şüpheyle doğar. Batı’da felsefe vardı da ne oldu? Neyi halletti?” [s, 21]

“San’atta zirve aşılamaz. Nev’i değiştirirsen olur. Romanda zirve BalzacDostoyevskiTolstoy. Klasik edebiyatımızda FuzuliBâkiŞeyh Gâlip var. Mimaride Süleymaniye. O tarzda daha ileriye gitmek mümkün değil.” [s, 21]

“Her san’atın çıraklık devri şart. Mazide böyle olmuş. Örneği yoksa en son örneğine damgayı basacaksınız. En büyük canlı balinadır, o da 21 metre. En küçük canlı virüstür, milimetrenin milyonda biri. Canlı büyüse büyüse 21 metreyi aşamaz, milimetrenin milyonda birinden daha küçük olamaz. San’atta son kemâl noktası vardır. San’at bu kemâlle son bulacaktır.” [s, 21]

“Biz Tanzimat’tan sonra düşünmeye ve kelimelere mânâ vermeye başladık. Osmanlı yüz sene çalıştı ve birdüşünme zemini kuruldu. Tam gelişeceği esnada harfler değişti. Bir sene öncesine dahi yabancılaştık. Böyle bir felaket hiçbir milletin başına gelmemiştir. Harfler de değişince tam bir anarşi doğdu. Anarşi oradan miras kalmıştır. Her kelime gündüz dikilir, akşam sökülür bir fidan gibi tutmaz olmuş. Bu şartlar altında ne yapılır? Kelimeleri muhafaza etmek lazım.” [s, 22]

“[Avangard kelimesi için] … Türkçe’de öncülük taslayan kimse mânâsına gelmez. Dilimizde, çığır açıcı mânâsı vardır. Düşmanlar için bir parça züppe mânâsı taşır. Bizde ise iyi bir mânâya gelir.” [s, 23]

Said-i Nursi’nin bir hutbesi var, çok enteresan: Yanlış anlaşılır diye korkuyorum. Adam sosyalizme açık, o da Osmanlı intelijansiyasına göre tabii. (…) Türkiye’de nurcular da var. Hiç olmazsa bir insana ve yazdıklarına inanıyorlar. Şüphesiz noksanları ve yanlışları çok. Fakat beni şimdilik dinliyorlar. Fikirlerini tamir etmek lazım. Said-i Nursi kavliyle fiilini birleştirmiş insan. Mücahit insan. Kürtçü değil. O devirde tek başına karşı koyabilmiş. Düşüncesinde sosyalizm, sınıf çatışması da var. Adamı inceledikçe hürmetim artıyor.  Kürtçülüğü tasvip etmediğimi daha öncede söylemiştim. Ortada bir dil yok. Devlet geleneği yok. Edebiyat yok. Neye göre devlet kuracaklar ki? (…) Anlayamıyorum, bu adamlar ne istiyorlar. Biz bu adamları devlet memuru, bakan, profesör, asker yapıyoruz, hiçbir zaman ayrı dahi görmüyoruz. Niye böyle yapıyorlar? Anlamak güç evladım, güç.” [s, 27]

Zeki Velidi ile dostluğumuz ve beraberliğimiz olmuştur. Bazı çok bilmesi gereken şeyleri bilmezdi, fakat buna mukabil bazı bilinemeyecek şeyleri de fevkalade bilirdi. Hayret ederdim. Hindistan’da falanca mezar taşlarını bilirdi de edebiyatına veya tarihine ait bir kelime bilmezdi.” [s, 28]

Nihat Sami’nin Türkçenin Sırları’nda pek çok hata var. Tanıtayım diye okumuştum, medih için. Fakat hata çok. Oturup yazmadım. İsmail Habib büyük günahları olan insan. Evvela tasfiyecilerle beraberdi. Sonra orta yolu seçti.”[s, 29]

“Düşünmek için kelimelerden, mefhumlardan işe başlamak lazım. Çağdaşlaşmaktan Avrupalılaşmak anlaşılıyor.Berkes ise çağdaşlaşmaktan dinsizleşmeyi anlıyor. 1947’de çıkan Amerikan Sosyal İlimler Ansiklopedisi’nde Avrupalılaşmak kelimesi var, Modernleşmek ve Batılılaşmak kelimeleri yok. Fakat 1967’de yapılan yeni baskısında Modernleşmek ve Batılılaşmak var, Avrupalılaşmak yok. Görüyorsun evladım, oyun açık.” [s, 30]

“Her ihtilal gayri meşrudur. İhtilalin meşru olabilmesi için yıktığı düzenden daha insani düzen getirmesi lazımdır.” [s, 31]

Naci-Recaizade tartışması aslında küçük bir sebebe dayanır. Recaizade’nin Ta’lim-i Edebiyat’ı çıkmıştır; Naci’ye her ne sebeptense gönderilmemiştir. Recaizade, benim kitabımdan niye bahsetmedi, diye Naci’ye düşman olmuştur. Fakat bu iki insanın dünyaları farklıdır. Ufacık bir sebep bile olsa bu adamların yolu ayrılacaktır zaten. Evvelden dosttular. Recaizade bir aristokrattır, muhiti sosyetedir. Muallim Naci bir Anadolu çocuğudur, saraç oğludur. Recaizade, Batı’yı bilir ve hayrandır. Naci şarklıdır; fakat o da Batı’ya hayrandır. Naci’de bizden pek çok unsur vardır. Kitapları gerektiği kadar Latin harflerine geçmedi. Naci, kendisinden sonra gelenlere Fikret’e, Akif’e,Yahya Kemal’e tesir etmiştir.” [s, 33]

“Otobiyografi yazmayı J. J. Rousseau icat etti. Onun itiraflarından bu yana Batı’da hatıra yazmak ananeleşti. ‘Benim dört çocuğum oldu, zengin değilim, çocuklarımı yetimler evine verdim; bakamadım’ diyor. Dünyanın tek ve mükemmel terbiye kitabını yazan adamın çocuklarını yetimhaneye bırakması garip değil mi? Hâlbuki böyle bir şey yok. Araştırıcılar bunu ortaya koydular. Gaye şu: Sonrakiler kendinden bahsetsinler de, isterse kötü bahsetsinler. Hatıra Batı’da bu.” [s, 35]

“Fransızcaya ilk mektep birinci sınıfta başladım. Kaplan Bey benim lise birinci sınıf Fransızca’mı bilir. Kaplan’ı severim. Batı’ya hayrandır. Alain’i hocamdır diye tavsif eder. Alain vasat bir insandır. (…) Refik Halid bir dehridir. Mavera ile alakası yoktur. Tasavvufa falan da inanmazdı. Romalıların ceddi biliyorsun kurttur. Bazı araştırıcılara göre ‘lupa’ Latince fahişe demektir. Lupa aynı zamanda kurt demektir de. O araştırmacılara göre Romalıların ceddi fahişedir. Bunu gizlemek için lupa’nın kurt manasını kullanmışlardır. Fransızca lupan umumhane demektir. ‘Mistik’kelimesi doğrudan doğruya Hristiyani bir kelimedir. Ve bir kısım Hristiyanlara münhasırdır. Mistik olmak için mutlaka Hıristiyan olmak lazım. Bizde ise tasavvuf ve mutasavvıf kelimeleri vardır. Mutasavvıf mistik değildir. Kelimeleri yerinde kullanmak lazım.” [s, 39]

Niyazi Berkes’in Türkiye’nin Çağdaşlaşması kitabında vardığı son nokta: Batıcılığın methi. (…) Bağlı olduğum mutlak hakikattir. Her düşündüğümü Allah karşısındaymışçasına söyleyebilmeliyim. Benim yazılarım birer vasiyetname mahiyetindedir. 60 yaşındayım. Hiçbir parti taraftarı değilim. Rousseau gibi yalnızım. Tek başına bir adamım…” [s, 42]

“Benim düşüncelerim heterodokstur. Sosyalist değilim. İslamcı değilim. Öyleyse ben neyim? Ben kendimim. Bu Ülke kitabımda fikirler sıkıştırılmıştır. Aşağı yukarı benim düşüncelerimi hülasa eder. Evde zincirliyim, dün çıkamadım dışarı. Hoşlanmıyorum Sebil’e yazmaktan. Dergi haysiyeti yok. Hiç ciddi bir şey yok. Batı kafasını benimsemek Batılılaşmaktır. Toynbee haklı.” [s, 42-43]

“Servet-i Fünuncular’ın, Fecr-i Aticiler’in, Gökalp’in… hepsinin tek gayesi vardı, Osmanlıyı yıkmak. Hepsi de Osmanlı’dan kaçmıştır. (…) Rusya’dan gelen Türkçülerin hepsi Osmanlı’yı yıkmak için çalışan birer misyonerdir.” [s, 46]

“İlim adamı değildir İsmail Habib. Samimiyeti kusurlarını örter. Tanpınar da samimi, dürüst, mütecessis bir müsteşriktir. Maddi sıkıntı çekmedi. Babası kadıydı. Halk partisine yalvardı, mebus seçilmek için. Ahmet Kutsi’ye çok yalvardı, ihsan için. Zaafları olan insandır Tanpınar. Batı’yı bilir. Doğu bilgisi ise dekoratiftir, plastiktir. Renandahi bir cami karşısında ürperir. Ki, Tanpınar’ın Ali Milani Sultanahmet Camii penceresinden bakarken ağladığını görmüş. Tanpınar, içeri giremez camiin. Tanpınar’ın üslubunu sevmem. Bir bayırı çıkan katarlardan müteşekkil bir trene benzetmiştim üslubunu bir yazımda.” [s, 47]

“Tanpınar arayan adamdır. Ve küçük tahminlerin adamıdır. (…) Hamdi Bey küçük hesaplar için avuç açan ve ayak öpen bir şahsiyettir.” [s, 48]

“Tanpınar’ı iyi anlamak için önceki nesli iyi bilmek lazım. Mevcut düzenle bu nesil arasında hiçbir zıtlaşma yok. O devirde Necip (Fazıl) de Müslüman değildir, Tanpınar hiç olmadı. O devir adamları Batı’nın sefahate düşmüş taraflarını aldılar, bunlarda sürrealizmi. Bunlar metafizik ürperti diye tutturmuşlar. Ben Batı’nın bütün filozoflarını okudum. Beni hiç biri hiçbir zaman imana götürmedi. Voltaire ‘Metafizik, inanmayanların meydanıdır’ der. Ben Allah’ı Spinoza’dan mı öğreneceğim? Metafizik, imanla inkârın arasında bocalayan insanın çırpındığı, sallandığı sürüklendiği bir sahadır. Necip yazdı: ‘Edebiyatımızda metafizik ürperti yok’ dedi. Canım niye olsun? Metafizik,Aristo’dan, Heraklitus’tan beri hiçbir şüpheye cevap verememiştir. Kapalı kapıyı tekrar açmaya ne lüzum var.” [s, 49]

1933’te üniversite inkılâbı yapıldı. Bu ne demek? Milletler arası Yahudi bilim adamlarının üniversitelerimizi işgali demekti. Nazi Almanya’sından kaçan ne kadar Yahudi profesör varsa Türkiye iş verdi, onlar da hiç tereddüt etmeden geldiler, imkânlar biraz kıttı ama olsundu, çalışabileceklerdi ya, yeterdi onlara. Türkiye’ye gelen Selanikli dönmeler vardı, onların çocuklarını da asistan yaptılar. Bizim üniversitelerimizin kuruluşu pis ve mülevvestir. Tanzimat’ta tıp kuruldu. Tıp tekniktir. Düşünce değildir. Üniversite düşünce demektir. Fakat bizde üniversiteyi yabancılara kurdurdular. Dünyanın hiçbir milletinde üniversiteyi yabancılara kurdurmamışlardır.” [s, 60-61]

“(…) Eflatun’un devletinde olduğu gibi Osmanlı padişahları öyle geniş haklara sahip değildi. Hiçbir Osmanlı, belli yerden kız almazdı. Mutlaka çok uzaktan, bilinmez, lalettayin bir yerden kız alacaktır. Akrabalığa dayalı istismarın olmamasına azami dikkat gösterilirdi. Çöküş devrinde çocuk terbiyesi kadınların elinde kalmıştır. Yıkılışa tesir eden unsurlardan birisi olarak bu durum da zikredilebilir. Osmanlı padişahının akrabası yoktur; tek başınadır padişah.   [s, 60-61]

“Bütün deliler, kendi kendine işleyecek makinayı bulmaya çalışırlar. Bir adamın deliliğine hükmetmek istiyorsan çalışmasına bakmalısın. Eğer böyle bir makine peşindeyse onun yeri Bakırköy’dür.” [s, 63]

Mustafa Nihat gibi adamlar çıkıyor, lügat hazırlıyor. Eh olmaz tabii. Mustafa Nihat çalışkan adamdır ama yapamaz. Kendisi dahi daha doğru dürüst Türkçe yazamıyor ki…” [s, 66]

II. Mahmud yeniçeriyi topa tutarak kaldırdı. Ulema dayanak noktasını kaybetti. Şeyhülislamlar da tayin edilir ve azledilir oldular. II. Mahmud Hristiyan mürebbiyeler tarafından bir Katolik gibi büyütülmüştür. Kendisi deli bir adamdı. Askere Frenk esvabı giydirdi. Kendisi de Napolyon’un çizmelerini geçirdi ayağına. Osmanlı II. Mahmud’da ölmüştür. II. Abdülhamid bu ölüyü diriltmiş ve otuz üç sene ayakta tutmuş yegâne adamdır. II. Abdülhamid son Osmanlı padişahıdır. Osmanlı II. Abdülhamid’de biter.” [s, 67]

İmparatorluk 1. Ulema, 2. Ordu, 3. Padişah’tan teşekkül eder. Ordu yıkılınca muvazene bozuldu. Padişah zaten Hıristiyan terbiyesi almıştı. Türkiye’nin en vahim hadisesi yeniçeriliğin ilgasıdır. II. Abdülhamid, II. Mahmud’un pisliğini örtmeye çalışır. Onun için Cevdet Paşa’ya tarih yazdırır. Fakat Cevdet Paşa dürüst değildir. Kurnaz ve akıllıdır. Yeniçerilik ilga edilmeliydi der. Tarihini de zaten 1826’ya kadar yazar. Ondan sonrası yoktur. Sebep? Açık. Osmanlı yok artık. II. Abdülhamid’de, II. Mahmud’un soyundan gelmektedir. Elbette ceddinin günahlarını yüklenecekti. (…) Bunu ben 55 yaşından sonra görebildim. Bize ilk mektepten üniversiteye kadar yeniçeri kaldırılmalıydı, diye okuttular. Yeniçeri kaka’dır diye yutturdular. Bir imparatorluk birden ölmez.” [s, 68]

 

 

 

Aktaran: Davut Bayraklı

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir