Nitatolojizm; Yaşama Felsefesi

 

Yalnızlık… Bütün her şeyden uzaklaşmak; yalanlardan, insanlardan, hayatın anlamsızlığından, kendinden. Fakat ne kadar kaçmayı denersen, o kadar kendinle buluşuyorsun. Acıların artıyor, kalbin sessizleşiyor. Yanı başında duran sessizliğinden çığlıklar kopuyor. Acılarını azaltsınlar diye insanlara değil, kelimelere kaçıyorsun. Bir yorgan gibiler onlar da. O an soğuk bedeninin ve eskiyen cesaretinin üzerine kapladıkları soyut varlıklarıyla ısıtıyorlar seni.

Bazı insanlar yalnızlıklarını başkalarına açamadıkları için yazıyorlar. Bazı insanlar yalnızlıklarında yaşadıkları acıyı taşıyamadıkları için yazıyorlar. Fakat gerçeğin kendisi böyle olmalıdır.

İnsanın hayatında iki yolu olduğuna inanırım. Ya seversin, sevdiğin şeylerin peşinden gidersin ve sonuçlarına katlanırsın ya da sevdiğin şeyleri terk edip, anlamsızlığı taşıyan bir dünyada yalnızlığına kaçarsın. İlk yolu denesen yalnız kalıyorsun. Çünkü dünyadaki tek geçerli kanun bu; neyi seversen o senden alınıyor. Çünkü insan sevmediği şeylerden imtihan olamaz ki. Ben ise ikinci yoldan hayatımı sürdürüyorum. Sevmediğim zaman her şey bana kendiliğinden geliyor. Ama o zaman da bir değeri kalmıyor. Bu sefer de sevgisizliğinle imtihan oluyorsun. Ellerinde yine hiçbir şey kalmıyor, yeniliyorsun.

Örneğin kadınlar… Onlara doğru her yol alışımda, bir şeylere sahip olma duygularıyla üstüme geliyorlar. Ama hiçbir şeye sahip olamayız ve hiçbir şey sonsuza kadar bizim olamaz. Ve her sahip olduğumuz şey; “Bak, sen bu dünyaya aciz ve yalnız geldin, hâlâ öylesin ve öyle gideceksin bu dünyadan” der gibi yanımızdan gidiyor. Hiçbir şey yapamıyorsun onun karşısında. Bizler yalnız insanlarız, bunu kimse yalanlayamaz. Yine bir ilişkide ortaya çıkan sadece iki bireyin yalnızlıklarını birbiriyle paylaşması oluyor.

Bir kadın için zor olan şey; onun gönlüne girebilmektir. Gönle girme tamamlandıktan sonra kadın, kendisini erkeğe ait hissediyor ve ona göre erkeği de ona ait olmalı… Bir erkeğin gönlüne girmek kolay ancak bir ömür taşıması zor… Kim, kimde yalnızlığını daha çok paylaştığını hissediyorsa ona karşı sevgi besliyor. Onunla yaşıyor, onunla var oluyor. Ama hep gidiyorlar. Taraflardan birisi sonunda duygularını açığa vuruyor. Onsuz bir yaşamın olamayacağını zannediyor. Bu olduğunda ise âşık maşuğu hep yarı yolda bırakıyor. Ve sevginin, büyükçe bir sevmenin büyükçe yalnızlık olduğunu anlıyorsun. Hayatın bütün şifreleri ayrıntılarda gizlidir. Nasıl ki sonbahar koynunda yazı, parıl parıl bir güneşi taşıyorsa; yaz da koynunda çok soğuk bir kışı taşıyor. Güneş kapanıyor ve yalnızların başına yağmurlar yağıyor. Yağmur; yalnız kalmanın bir diğer adıdır bana göre. Ve yalnızlar kendilerini en iyi yağmurun sıcaklığında tanırlar.

Ben ne zaman seversem, o zaman kaçıyorum. Çünkü öğrendim ki sevdiğim şeyler senin imtihan sebebindir. Sevmediği bir şeyin ise, zerre kadar varlığında hükmü olamaz. Gitmek isterse gidebilir, kalmak istediğinde kalabilir. Ama sevmediğin zaman da dünya senin peşinden koşuyor. Her şey bir anda seninle oluyor; kavuşmak istediklerine hiç bu kadar çabuk ulaşamadığını fark ediyorsun. Ama gerçekten sevmediğinde de gelen onca şeyin bir değeri kalmıyor. Ve bu sefer de değersizlik, anlamsızlıkla verdiğin imtihan başlıyor. Severek imtihan olmayayım diye korunduğun imtihandan sevmeyerek imtihan oluyorsun. Aslında tek yaptığım bu; kaderinden kaçarak kaderini bulmak… Kim kaderinden kaçabilir?

Yalnız kalmak hiçbir zaman güzel değil. Yalnız kalmak anlamsızlığın perdelerinin aralanmasıdır. Yalnız kalmak sessizliğinde iç seslerini dinlemek demektir. Çıldırtıcıdır, dayanılmazdır. Fakat yapabileceğin bir şey de yok. İnsanlar hep yalnızlıklarından saklanmak, kendileri olmaktan kaçtıkları için başkalarına sığınıyorlar. İnsanların bütün ilişkileri yalnızca yalnızlıklarından kaçabilmek uğruna başlar. Nerede çok komik, çok konuşan ve etrafına neşe saçan birini görürseniz; biliniz ki yalnızlığını saklamaya çalışan en çok da odur. İnsanlar hüzünlerini, yenilmişliklerini, acılarını başka insanların yalnızlığında gülücüklerle saklıyorlar. Fakat hayat acıyı da, yalnızlığı da, korkuyu da tatmadan yaşanmaz ki.

Sana verilenlerden kaçmaya çalış. Toplumdan, onların değer yargılarından, sorumluluklarından ve yapmak istediklerinden. Bir an, sadece bir an yalnızlığının ve sorumsuzluğunun tadını çıkart. Ve yıldızlara bak, rüzgârı hisset, yağmuru hisset. Yaşa hayatını sadece bir an için. Sessizliğin içinde kendin olabilmenin çekiciliğini paylaş yalnızlığınla. Acıyı da göğüsle, korkuyu da. İnsanların korkusu ölümlerinin geleceği bir hayatta kendisi olamamak da, olmak istediğini olamadığını anlamaktan kaynaklanıyor. İstediği olamayan insan neyi yaşayabilmiş?

Hayatı kontrol etmeye çalışma. Kendini bilinçli olarak akışın içine bırak ve yanında olanlara sevin; yanında olmayanlarla vaktini boşa harcama. Hiçbir şeyi isteme. Hiçbir şeye sonsuza kadar seninle olacaklarmış gibi değer verme. Yoksa o senden alınır. Kalsa da, kalmasa da bir olsun. Çünkü hayatın merkezinde yaşayan bir tek sensin. Senin düşüncelerinle belirleniyor hayatının akışının ya da duygularının organizması. Yoksa hayat senin elinde değildir. Sadece yaşanan olaylara karşı nasıl bir duygu ve tavır içinde olacağını belirleyebilirsin.

Yalnız kalmanın sevincini ve cesaretini yüklen. O zaman ölümü göreceksin. Ölümü gördüğünde ise sessizlikle kaplı bir odada yalnız başına ölebileceğin korkusunu da kabullen. O zaman hayatı seveceksin. Çünkü hayat, kendisini bırakanları geri almaya çalışır…

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir