Muhammet Emin Oyar Balkan seyahatinde…
Balkan seyahatimizin ilk gününde sabahın erken saatlerinde İskeçe’ye vardık. Sabah namazını kılmak üzere Çınar Camii’ne doğru yola koyulduk. Camiye vardığımızda caminin isminin nereden geldiğini de anlamış olduk. Birkaç yüzyıllık bir çınar, upuzun kollarını açmış bizi bekliyordu.
Sabah namazını kılıp camiden ayrıldıktan sonra henüz daha hava açmadan Gümülcine Caddesi’nden İskeçe Meydanı’na doğru yürüdük. Bu cadde Türkiye’deki herhangi bir ara caddeyi andırıyordu. Bu da buradaki dükkânların büyük bir kısmının Türklere ait olmasından kaynaklanıyor.
İskeçe Meydanı’na geldiğimizde meydanda sadece bir saat kulesi olduğunu gördük. Bu kule 1880’li yıllarda Osmanlı Devleti tarafından yaptırılsa da şimdiki haliyle tüm Osmanlılığını yitirmiş görünüyor. Üstelik kitâbesi bile sökülmüş. Kendi kendime “Bu meydan niye bu kadar boş? Ecdat buraya sadece saat kulesi mi dikmiş?” diye sorarken rehberimiz İskeçeli Pomaklardan Cengiz abi devreye girdi ve burada, zamanında, yine Osmanlılar tarafından yapılan cami ve Müslüman mezarlığı da bulunduğunu, Yunanlıların bunlardan tek bir iz bile bırakmadığını anlattı.
Meydandan İskeçe’nin eski şehir bölgesine doğru yürürken şehirdeki farklılaşma bariz bir şekilde belli oldu. Bu bölgede, çok fazla olmasa da klasik Osmanlı tipi ahşap evler bulunuyor. Bir de suyu Rodok dağlarından gelen bir çeşme bulunuyor. Birkaç yudum buz gibi suyu içtikten sonra Kavala’ya gitmek üzere otobüsümüze doğru yol aldık. Dönüş yolunda da İskeçe Meydanı’ndan geçtik ve senelerdir yalnızlığa mahkûm edilmiş saat kulesini biz de yalnız bıraktık. Güneş yükselirken Rodok dağlarının ardından, seyahatimizin daha ilk durağından buruk ayrılmıştık.
Bir buçuk saatlik yolculuktan sonra Kavala’ya vardık. Şehre girer girmez güneşli ve sıcak havada insanların kabanla dolaşması ilgimizi çekti. Neredeyse herkes böyleydi.
Sahil yolunda otobüsten indik. Beyaz evlerin ve denizin buluşmasıyla ortaya çıkan güzel manzarayı seyrederken arkamızı dönmemizle gördüğümüz manzara bizi şok etti. Kale duvarında bulunan bir tabelada Kıbrıs haritası çiziliydi. Kuzey Kıbrıs bölümü kırmızıya boyanmış ve “Remember Cyprus” yazılıydı. Şok olunacak bir durum yok Yunanlıların böyle bir tavır sergilemesi oldukça normal diyebilirisiniz. Biz de o sahil manzaranın büyüsüne yakalanacakken böyle bir şeyi görmekten dolayı kısa süreli bir şok yaşadık diyebiliriz.
Kavala’da da Osmanlı eserlerin büyük bir kısmı yok edilmiş. Sadece Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından yaptırılan su kemeri ve bir de kale bulunuyor. Kavala deyince de akla gelen ilk şahsiyet tabiî ki de Kavalalı Mehmet Ali Paşa oluyor. Osmanlıya ihanetiyle bilinen bu paşayı Yunanlılar çok seviyor. Öyle ki neredeyse yıkmadıkları tek Osmanlı eseri Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın imarethânesi denilebilir. Tam da tepeye konuşlandırılmış kocaman bir heykeli bile var.
Kavala’dan Selanik’e doğru giderken bir dinlenme tesisinde mola verdik. Tesiste iki otobüs vardı. Biri Türk kafilesi diğeri de İspanyol kafilesi… Yunanistan’da bir dinlenme tesisinde sadece Türkler ve İspanyollar vardı. Biraz zorlasak fıkra çıkarabilecek bir durumdaydık. Kavala kurabiyesini de bu tesiste tattık. Bim’dekilerin aynısıydı.
Tesiste kahve alma istediğimize kasiyere “How much?” diye sorduk. Kasiyer de bize “sekiz” diyerek cevap verdi. Bir Türk’ün İngilizce sorduğu bir soruya bir Yunanlı Türkçe cevap vermişti. Kavala’da ve Yunanistan’ın her yerinde Türkçe tabelaları görebilirsiniz. İnsanlar Türkçe öğrenmeye de başlamış. Bu güzel bir şey fakat onların Türkçe öğrenmesinin nedeni tamamen duygusal! Son zamanlarda Türk turist sayısında müthiş bir artış olmuş. Geçen yıl itibarıyla Yunanistan’a en çok turist Türkiye’den gelir olmuş. Haliyle Türkçe bilen esnaf da turisti kapıyor.
Kahvemizi içip kurabiyemizi yedikten sonra tesisten ayrılıp Selanik yoluna düştük. Selanik şehrine girerken önce bir yokuş çıkılıyor. Yokuşun ismi de Derbend Yokuşu. İzmir’e girerken de neredeyse aynı manzarayla karşılaşılıyor. Hatta Selanik’te de İzmir’deki Kordon Boyu’na benzer bir sahil yolu var. Bu yüzden Selanik’e Yunanistan’ın İzmir’i diyorlarmış. Bir diğer tabirle de “İzmir’in kız kardeşi”.
Selanik’teki ilk durağımız da Selanik Kalesi oldu. Her kale gibi şehrin en muhkem tepesine konuşlandırılmış olan kale, şehrin tepeden seyrine imkân sağlıyor. Burada bize yaşlı bir kadın musallat oldu. Seksen yaşındaki Eleni Türkçe de biliyordu. Söylediğine göre de İstanbulluymuş. Eleni bizden tespih istemişti. “Yok” deyince de “Siz nasıl gençsiniz? Tespihsiz Türk genci mi olur” dedi. Sonradan rehberimiz, bu kadının misyoner olduğunu söyledi. Özellikle Türklerden tespih isteyip onlarla yakınlaşıp “Hepimiz aynı tanrıya tapıyoruz” diyerek dinler arası diyalog argümanlarıyla millete vaaz veriyormuş.

Kaleden indikten sonra panaromik şehir turu yaptık. Selanik’te çok sayıda Roma ve Bizans eseri olmasına rağmen çok az Osmanlı eseri kalmış. Bunlardan en önemlisi de Beyaz Kule. Beyaz Kule, Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından yaptırılmış ve mimarisi Rumeli Hisarı’nın aynısıymış. Fakat 1911 yılında çevresindeki surlar yıkılmış. Yunanlıların eline geçmesiyle de vaftiz etmek amacıyla beyaza boyanmış. Bu ve buna benzer saçmalıkları duyunca insanın yüzünde bir gülümseme beliriyor. “Kulenin dini mi olur?” diye düşünüyoruz. Tabiî ki de kulenin ya da herhangi bir mimari yapının dini olmaz fakat kimliği olur. İskeçe’deki saat kulesini sıradan bir saat kulesine çevirmeleri ve Selanik’teki kuleyi vaftiz etmeleri de Osmanlı kimliğine sahip yapıların kimliğini değiştirmekten başka bir şey değil. Velhasıl, kule şuan müze olarak kullanılıyor. İçerisinde Roma ve Bizans eserleri yer alıyor. Osmanlı’dansa pek bir şey yok. Öyle ki Roma’dan kalma bin yıllık madeni paralar sergilenirken yüz yıl öncesinden bir sikkenin bile olmayışı insanı hayrete düşürüyor. Burada bir de Sultan II. Abdülhamid Han’ın resmedildiği bir karikatür bulunuyor. Bu karikatürün bulunduğu odaya girdiğimizde bizimle beraber birkaç görevlinin peşimizden gelmesi bizi tedirgin etmişti. Daha sonra karikatürü görünce bizi niye takip ettiklerini anlamış olduk.
Öğle yemeği için gittiğimiz bir lokantada menülerde İngilizce açıklama değil de Türkçe açıklama yapıldığını gördük. Burada çaylar da sürahiyle geliyor.
Yunanistan’da yaklaşık yüz bin Türk yaşıyor. Türkleri yarısı işsiz durumda. İşsizlik, tüm ülkenin baş belası haline gelmiş. Toplam nüfusun %35’i işsiz. Son yıllardaki ekonomik bunalımdan dolayı kiralarını ödeyemeyen esnaflar kepenk kapatmak zorunda kalmış. Şehir merkezlerinde bir sürü boş dükkân görebiliyorsunuz. Bunlara rağmen vergiler gün geçtikçe artıyormuş.
Yunanistan birçok Avrupa ülkesi gibi laik değil. Kilise görevlileri dini kıyafetleriyle her yerde dolaşabiliyor. Evlilik ve cenaze törenleri belli bir meblağ karşılığında kilise tarafından yapılıyor ve bu törenler insanlara oldukça külfetli geliyor. Vergilerin günden güne arttığı ülkede kilise vergiden muaf tutuluyor. Son zamanlarda “Kilise de vergi ödensin” söylemleri ortaya çıksa da bunlar kısa sürede bastırılmış.
Tarih kitaplarından da okuduğumuz gibi Avrupa’da “Türk” kelimesi Müslümanlar için kullanılırdı. Yeni Müslüman olan birine “o artık Türk oldu” denirdi. Günümüzde ise Yunanistan’da Türklere “Türk” değil “Müslüman” deniyor. Mimari eserlerimizin kimliğini değiştirdikleri gibi orada yaşayan Türk vatandaşlarımızın da Türk kimliğini tamamen ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Muhammet Emin Oyar