Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Şeyh Galip gibi mutasavvıfların eserlerini okurken bu zatların kitaplarında bazen ünlü İran bilgesi, şair ve filozofu Ferîdüddin Attâr’a yapılan göndermelere rastlıyor idim. Yıllar önce dedemin küçük kütüphanesindeki Beydeba’nın Kelile ve Dimne‘sinin yanında Mantıku’t-Tayr‘ını görünce kitabı alıp şöyle bir baktığımı da daha dün gibi hatırlıyorum. Sonradan fark etmiştim ki rahmetli dedem fabl türünün hikmet-amiz tarzının en meşhur eserlerini bir araya toplamıştı.
Yaşlı kütüphanenin bu rafında neler yoktu ki; Mesnevi’nin Farsça özel bir baskısı, Mahabbarata ve Ramayana, Binbir Gece Masalları, Ezop Masalları, La Fontaine’ın Osmanlıca kısa fablları, Şeyhi’nin Harnamesi, Muhammed Bakir’in Kedi ve Fare’si, Sadi’nin Gülistan ve Bostan’ı, Gülşennâme, Şemsettin Sivasî’nin Deh-Murg’u, Ali Şîr Nevaî’nin Lisânu’t Tayr’ı.. Hatta efendi babamız Ahmet Mithat’ın Kıssadan Hisse’sinin ilk baskısı bile vardı. Dedem uzun kış gecelerinde mum ışığında gözlüklerini takarak bu hikâyelerden bazılarını bize okurdu. İnternetin olmadığı zamanlarda bu hikmetli hikâyeleri dinleyerek büyümüştüm.
Geçen gün kitapçıları dolaşırken eski günlerden kalma böyle bir tadı taşıyan bir eserle karşılaştım. Mehmet Çelik’in çevirdiği “Merhaba Hüdhüd” Ferîdüddin Attâr’ın hikmetli hikâye anlatıcılığı bağlamında yazdığı önemli bir nazım. Bundan tam bin küsur yıl önce yaşamış olan Attâr, kadim Şark’ın mazmun-remiz ve alegorik üslubunu tasavvufla uzlaştırarak parçadan bütüne varan bir hikmet anlayışını geliştirmişti. Yukarıda da bahsettiğim gibi Mantıku’t-Tayr’ın Türkçe’de birçok çevirisini görmeme rağmen ki bu kitapta sadece kuşlarla ilgili bölümleri nazmen tercüme edilmiş olmasıyla ayrı bir özelliği vardı. Mütercimin kitaptaki şiirleri, Gölpınarlı tarzı değilde, şiir gibi çevirmiş olmasıyla da bir hayli beğenimi kazandığını söyleyebilirim.
Mitolojik bir kuş: Simurg
Si; Farsça’da “otuz” manasına gelen bir sözcük. Murg, ise “kuş” demekmiş. Simurg “otuz kuş” anlamına gelen farsça bir (terkip) tamlamadır. M. Çelik’in ifadesiyle söylersek; “Mantıku’t-Tayr otuz kuşun hakikat yolculuğunda birliğe varmalarının hikâyesidir. Şarkın mecâzi hakikatinin yolu efsanelerden geçer. Attâr’ın kuşlarının kanatları hakikatin can yakan ateşine dayandı mı bilmem, fakat hakikat kimyası can feda etmeyi ister. Efsane-i Mecnun-ı Leyli’den usanmış bir çağın, aşkımıza majör depresyon diyen psikiyatristleri arasından uzayarak gerçeğe ulaşabilecek miyiz?”(s.7) Zannetmiyorum, bu çağda aşk doğru anlaşılabilsin ki Simrug gibi bir kılavuzumuz olmadan. Eski kayıtlarda Simurg’un ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı’nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir. Firdevsi’nin meşhur eseri Şahnâme’de (Şahların Kitabı) Simurg en tanınmış halini almıştır. Ve bu haliyle divan şiirinin en bilinen mitolojik kuşu yine Simurg’tur.
Attar’ın kitapta anlattığı tüm kuşlar duydukları bir efsanenin peşinde Simurg’u yani bilgiyi aramaya çıkarlar. Hani onu aramakla bulamazsın ama bulanlar arayanlardır derler ya. Önemli olan niyet ve bir menzile girmektir. Kuşları engelleyen şey felsefe değildir. “Her birinin ayrı bir mazereti vardır. Bunlar kuş mu? Kuş değiller elbet. Her biri bir insan tiplemesi. Gerçeğe giden yolda önlerinde engelleri var, heyecanları var. Sığındıkları mazeretleri. Bütün bunlara rağmen geri durmazlar gerçeği aramaktan.”(s.8) Tüm bu arayış içindeki kuşlara karşı koymaya çalışan bir bilge olarak karşımıza çıkıyor Hüdhüd. Ten kafesinde duran ruhumuzda aslında bir kuştur. Asıl vatanını özleyen ve her daim bir vuslat içinde bulunan. Ayrılığın ve bitmeyen bir aşk hikâyesinin timsalidir Hüdhüd.
Hüdhüd ile diğer kuşların arkadaşlığı
Attâr’ın kitaptaki sembolik diline değinecek olursak, Simurg kuşlar padişahının bizzat kendisidir. Bülbül ise hakikatin sözcüsü olmaya çalışan zavallı bir biçâre. Papağan, güzel elbiselerin ve ziynetlerinin arasında kendisini beğenmiş, simge ve imge dünyasında boğulmuş insandır. Tavus kendisine hayranlığı anlatırken, ördek yani ibadetin gayesini anlamamış zâhirperesti simgeler. Kekliğin özrü ise tane tutkusudur. Yani tuzaklar. Baykuş her daim riyazete çekilip elini eteğini dünyadan çekerken, serçe kuşu bir kere kapılmıştır aşağılık kompleksine. Tüm bu daha sayamadığım kuşlar Hüdhüd’e Simurg’u ararken yol arkadaşlığı ederler.
Hikâye bu elbet her başlangıcın bir sonu da olacak. Kuşlar maceralarla dolu yedi vadiden geçtikten sonra imanı aşkına yenilmiş nice insanlarla karşılaştılar. Çölleri aştılar, fırtınaları geçirdiler ve birçok badireler atlattılar. “Birçok kuş yolda kaldı, bir kısmı geri kaldı, bir kısmı vazgeçti. Yalnızca otuz kuş tamamladı bu hakikat yolculuğunu. Simurg’u arayanlar anladılar ki otuza bölünmüş haliyle karşılarında duruyor. Simurg, aslında otuz kuşun toplamından başka bir şey değil.”(s.13) Hikâye kısaca böyle bitiyordu. Âcizane kitabı bitirince anladığım; hakikate varmak için böylesine zor bir yolculuğa katlanmak gerekiyor. İnsanın kendisinden çok, önemli olan bir yola girmemiz ve bu yolda bize öğretilenler. İnsan hani Mesnevi’deki ney temsilinde olduğu gibi koparıldığı âleme geri dönmek istiyor. Damla deryaya kavuşmak istiyor. Tıpkı binlerce yıldır Simurg’u arayan bizler gibi. Attar’ın ifadesiyle söylersek; Hak yolunda bir kuş olursan eksiksiz ve tamam. Sen kalmazsın, Hak’tır kalan vesselam…
Mantıku’t-Tayr’ın girizgâh bölümünden;
Merhaba, ey yolu aydınlatan hüdhüd
Hakikat yolculuğunda vadi dolaşan hüdhüd
Senin temaşan hoştur sabah yeliyle
Konuşman hoştur Süleyman’la kuş diliyle
Vakıf olup da geldin sırrına Süleyman’ın
Sahip olup da geldin tacına sen sultanın
Beyaz Arif Akbaş
1 Yorum