Issız Bir Adaya Düşseydiniz… Düşemezdiniz.

Issız Bir Adaya Düşseydiniz… Düşemezdiniz. Dünyada Issız Ada mı Var Şimdi?

Düşemezdiniz. Dünyada ıssız ada mı var şimdi? Ama klasik soru öyle düzenlenmiş bir kere: “Issız bir adaya düşseydiniz, yanınızda hangi kitaplar, hangi plaklar, hangi insanlar, vb. olsun isterdiniz?”

Biliyorum, bıkkınlık yaratan bir soru bu. İnsana “hangi kitapları, filmleri, tabloları, yemekleri seviyorsunuz?” demenin dolambaçlı yolu. İlk sapıldığında belki bir tat taşıyordu, ama o kadar çok geçen oldu ki bu yoldan, tadı tuzu kalmadı. Olsun. Bir de ben sapayım bu yola. Bakalım neler göreceğim…

* * *

Konumuz kitap madem, ben de kitaplardan söz edeyim.
Diyelim bir gemiye bindim, gemi batacak, ben de kurtulup ıssız bir adaya çıkacağım. Yanıma ona göre kitap almalıyım. Ama çok olmamalı. Kolay değil, dalgalarla boğuşurken hem kendi canımı, hem de kitapları kurtarmam gerek.
Issız adada ne kadar kalacağım belli değil. Onun için, bir kitabı belki yüz kere okumam gerekecek. Bavulumu hazırlarken de yüz kere düşünmeliyim.

Kitaplığımın karşısına geçeyim. Hangilerini alsam?
Homeros olmadan olur mu? İliada mı, Odisseia mı? Odisseia biraz daha ağır basıyor. Artık hindistancevizinin mi, papayanın mı, bir ağacın gölgesine uzanır, kurnaz kralın serüvenlerini okurken, şiirle öykünün kusursuz dengesine bir daha, bir daha tanık olurum. Kafamda hem şiirler, hem öyküler oluşturur bu kitap. Bir yandan da ıssız adadan kurtulup kendi İthaka’ma dönmenin ipuçlarını yakalamaya çalışırım.

Edith Hamilton’ın Mitologya’sını da aldım mı, Odisseia’yı daha bir yerli yerine yerleştiririm.

Issız adada tek başına kimle konuşacak insan? Çiçeklerle, böceklerle ya da kendi kendine. Bir oyun kitabı almalıyım. Onu yüksek sesle okur, oynar, konuşma gereksinimimi böylece gideririm. Shakespeare. Yüzyıllara direnmiş. Benimle bir ömre mi direnemeyecek? Bir başıma olsam da, onun oyunlarından (belki yazarın aklından bile geçirmediği) toplumsal, tarihsel, siyasal, ruhbilimsel dersler çıkarır, kişilerin davranışları ve aralarındaki ilişkiler üstüne kafa yararım.

Romanlar… Issız ada deyince Robinson Crusoe. Ama istemez. Onun deneyimleri, 21. yüzyılın başlangıcını görmemiş birinin deneyimleriydi. Yararlanamam. Ortam aynı olsa bile, aynı dalgada buluşamayız. Defoe’yu da iki kere okumuş olmak yeter.

Başka romanlara bakayım. Bir Cervantes (Don Quijote), bir Stendhal (Kızılla Kara), bir Balzac (Eugenie Grandet), bir Flaubert (Madame Bovary), bir Dickens (Nicholas Nickleby), bir Gogol (Ölü Canlar), bir Dostoyevski (Yeraltından Notlar), bir Tolstoy (Savaş ve Barış), bir İlf ve Petrov (On İki İskemle), bir Hamsun (Göçebe), bir Haşek (Aslan Asker Şvayk), bir Melville (Moby Dick), bir Steinbeck (Gazap Üzümleri). Gorki’nin, London’ın, Faulkner’ın, Hemingway’in, Caldwell’in öykülerini de alırdım yanıma. Elbette Çehov’un öyküleriyle birlikte.

Bizim yazarlarımız? O kadar çok ki, bavul yetmez. En iyisi bir roman (Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti), üç de öykü kitabıyla (bir Sait Faik’ten, bir Aziz Nesin’den, bir de Orhan Kemal’den) yetineyim. Orhan Kemal’den öykü kitabı yerine Baba Evi’yle Avare Yıllar’ı da alabilirim.

Masal almamak olur mu? Kendi masallarımızdan birçoğunu ezbere biliyorum nasılsa. En iyisi Grimm Kardeşler’in masallarını götüreyim. Okumayı onlarla öğrenmiştim. Hem zengin bir hayal gücünün akıntılarına bırakırım kendimi, bir orman cücesinin şapkasına konup koruların derinliklerine dalar, bir kuşun kanadına atlayıp göğün yedi katını arşınlar, saray bahçelerinde bir tilkiyi kovalar, hem de biraz “nostalji takılırım”.

* * *

Şiiri ne yapacağız? Koca bavul doldu bile. Ama şiirsiz, değil bir ıssız adaya, Manhattan’ın göbeğinde lüks bir otele bile adım atmam. Dünya şiiri için bir antolojiyle, bir de kendi derlediğim Çağdaş Latin Amerikan Şiiri’yle yetinmeliyim. Başka çare yok. Ama araya bir Lorca, bir de Robert Frost sıkıştırabilirsem, ne mutlu bana.

Asıl sorun Türk şiirinde. Eskilerden… Hadi, bir fedakârlık yapıp Divan şiirini bırakayım. Halk şiirini ne etmeli? Pir Sultan’lar, Dadaloğlu’lar, Karacaoğlan’lar, Summani’ler olmadan ıssız ada çekilir mi? Onlar benim köklerim. O kökleri bu adaya da salmalıyım. Bir antoloji… Hangisi mi? Hepsi neredeyse birbirinin beş aşağı beş yukarı aynı. Asım Bezirci’nin iki ciltlik Türk Halk Şiiri’ni alayım. Dostumu da anmış olurum böylece.

Tanzimat, Fecri Ati, Edebiyatı Cedide. Geçmişte okuduğum kadarıyla yeter. Beni kapıp sürüklemeyen şeyleri okyanus dalgalarında ben mi sürüklemeye çalışacağım! Onlarla birlikte denizin dibini boylarım.

Cumhuriyet dönemi Türk şiiri… Asıl şimdi yandım. Yahya Kemal’den başlayıp, Dranas’dan geçip Dağlarca’ya, Külebi’ye, Necatigil’e, Cumalı’ya, Aksal’a… Şiirimizin altın çağını oluşturan 1940 kuşağına… Orhan Veli’ye, Oktay Rifat’a, Melih Cevdet’e… Onlardan Ahmed Arif’e, Attila İlhan’a, Cemal Süreya’ya… Refik Durbaş’a, Süreyya Berfe’ye… Sadece adlarını birer kâğıda yazıp koysam, koca bir kitabın yerini tutacak. Tek çare yine antoloji. Sanırım Memet Fuat’ınkini alırdım.

* * *

“Issız bir adaya düşseydiniz hangi kitapları alırdınız yanınıza?” Hangilerini almazdım ki! Sadece edebiyat mı, coğrafya, tarih, toplumbilim ne güne duruyor? Resim kitapları. Baba Brueghel, empresyonistler. Mutlaka, ama mutlaka bir Norman Rockwell albümü. Bir atlas! Yerimi saptamak için değil, uzandığım yerde dünyanın en güzel gezilerini yapmak için. Ama kalkıp da, “Bir tek kitap alacaksın. Sadece bir tek kitap” deselerdi, neyi alırdım acaba?

Çocukluğumda Lübnan’dan dönerken naylon gömlek kaçırmıştım gümrükten… O yöntemle kendi şiir kitabımı kaçırırdım. Şarkı yapılmış bir – ikisi dışında hiçbir şiirimi ezbere bilmiyorum çünkü. Bakarsınız, kendi yazdıklarımı özleyiveririm. Ne yazdığımı da doğru dürüst hatırlayamazsam, o ıssız adanın kumlarında Antep’in Deli Abdurrahman’ı gibi döner dolanır dururum.

Alacağım tek kitap ise bir öykü kitabı olurdu. O’Henry’nin toplu öyküleri. Bitirince yeniden okumaya başlayabileceğim bir kitap. İncelmiş edebiyat beğenisine sahip yazarların, okurların küçümsedikleri, burun kıvırdıkları bir sanatçı O’Henry. Dönemini, çevresini, yüreğinin sıcaklığıyla, hem de nasıl ustaca bir öykü kurgusuyla yansıttığını değerlendirenler azınlıkta kalıyor.

Ama hiç sakıncası yok… Adanın o ıssızlığında nasıl olsa kimse karşıma dikilip de, “Bula bula bu magazin yazarını mı buldun?” diyemeyecek.

Ülkü Tamer

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • büşra , 21/11/2013

    ülkü tamer bunları sallıyor. eger tomris’ten boşanmadan önceye düşüyorsa adaya düşüşü tabıkı de yanına tek sevdiceği tomris tameri alırdı. o zman kitaba da şiire de yemeğe de gerek kalmazdı.

  • Aydoğan Krokodil , 21/11/2013

    Ben yanıma muz alırdım.

  • ehli fikir , 21/11/2013

    Ya hu !Ayda yılda bir ıssız adaya düşmüşüz,orada da mı kitap okuyacağız.Tabi ki küçük bakır semaver ve bol turist çayı,ve ıssız adada da muhtemelen çeker (t** fm) ;radyo…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir