Beyaza bürünmüş evlerin arasından geçerken beyazın birçok renge uyum sağlayabildiğini, en önemlisi de bir anlama bürünmeye ihtiyacı olmadığını seziyorum.
Üst üste değil ama iç içe geçmiş evlerin oluşturduğu dar ve kısa sokaklar… ‘Saklanacak bir şeyimiz yok’ der gibi samimi ve yakın duruyorlar. Evler en çok iki katlı ve sarmal yapıya sahip. Aynı bahçeden girilen iki ayrı ev birbirine bakar biçimde tasarlanmış. Bahçe duvarlarından ‘Bodrum Çiçeği’ diye bilinen mor çiçekler salınıyor. Çoğu evin kapısı açık. Kapılarda, sadece mahremi örtecek bir perde bulunuyor, o kadar.
Adres sormak için bakkal dükkânına girdim. Bakkal Amca sakin, fakat hızlı hızlı “Çiğdem dersen çekirdek veririm. Çekirdek dersen de çiğdem veririm. Ama kabak çekirdeği istiyorsan, çekirdeğin önüne kabak kelimesini koymak zorundasın!” diyordu. Bana döndü, ‘seni tanımıyorum’ edasıyla keskin ve kısa bir bakış attı. Raflar izbe, milyoncu gibi ne arasanız var ama Bakkal Amcanın dahi bir şey satma derdi yok. Tek derdi kabak çekirdeği vermediği için suçsuzluğunu anlatmak! Büyük fikirleri, büyük uğraşları ve büyük dertleri olan insanlardan değil, aksine küçük mutlulukları olan insanlardan bahsediyorum.
Sokaklara, çocuklar ve kediler hâkim. Çocuklar eski, hatta ilkel oyuncaklara sahipler ama büyükşehirlerdeki akranlarından mutlu görünüyorlar. Her sokakta birer ikişer kedi bulunuyor. Kimisi bahçe duvarlarını, kimisi de kapı eşiklerini mesken tutmuş. Bir de evlerinin önünde oturan teyzeler var. Beni ilk defa gördükleri için, meraktan olsa gerek, öylece yüzüme bakıyorlar.
Nihayet evimi buluyorum. Küçük, kutu gibi bir ev. Gürültüden uzak, sessiz. Ne kapı çarpmaları, ne de apartmanda gezinen topuklu ayakkabı sesleri… Zihni dağıtacak tek şey ara sıra şiddetini arttıran meltemler ve sokaktan gelen çocuk sesleri.
Evin içinde birçok kapı bulunuyor. Aynı odaya hem mutfaktan hem salondan açılan kapı var. Odaların tavan yüksekliğine bakılırsa kapılar bir hayli kısa kalıyor. Ama geniş olmaları sebebiyle basıklık hissi vermiyor. Ayrıca evin ufak bir bahçesi de var. Sıcağın gevşetmesiyle bahçede saatlerce oturuyorum da sesim çıkmıyor! Hele sabah ve akşamları esen meltemler bir başka diyardan gelir gibi.
İnsanların geneli beyaz tenli. Nebâti gıdanın ve sıcağın etkisiyle olacak yumuşak huylular. Yavaş adımlarla ve başları aşağıda yürümeleri bir şey düşündükleri izlenimi uyandırıyor. Aceleleri, hengâmeleri yok. Konuşmayı çok seviyorlar. Hızlı ve karşısındakinin gözünün içine bakmadan konuşuyorlar. Sokakta karşılaştığınız biriyle sadece ‘merhaba’ demek için bile konuşabilirsiniz. Anlatacak o kadar çok şeyleri var, bir bilseniz.
Her akşam evime varınca, kapımın önünde üzeri peçeteyle örtülmüş bir tabak yemek ve bir iki dilim ekmek buluyorum. Gösterdikleri bu misafirperverlikleriyle kimseyi tanımasam da herkes biraz tanıdık geliyor.
Gece, sokak lambasının sarımtırak ışığıyla beraber evlerin üzerinde süzülürken kadifemsi tatlılığa bürünen hava insanın tenini adeta okşuyor. Uyuyasım, geceyi bir başına bırakasım gelmiyor. Bu dinginlik, tefekküre yönlendiren itici bir güce sahip.