Bir Mâlûmatfuruşun Günlüğü: Kurtlar Vadisi Özel

Tarih 15 Ocak 2003. Yer; Türkiye. Saat, herhangi bir zaman dilimi olmaktan artık uzaklaşmak üzere…

Her şey, Osman Sınav’ın “Bu bir mafya dizisi değildir” çıkışından sonra başladı. Osman Sınav; belki de kariyerinin en üst noktasında, dönemin en iyi dizisi Deli Yürek’in yönetmen koltuğunda oturuyordu 1998 tarihinde. Konusu, askerden izne dönen başkarakterin, kendisini bir anda terör çatışmalarının içinde bulmasıyla başlayan, süregelen olayların devlet ayağına kadar ilerlemesine tanık olan, bu durum karşısında çıkarcıların, koltukperestlerin para ve makam uğruna yaşanan acılara sessiz kalması ve başkarakterimizin mafya âlemine “racon” kesmesi ile süren olaylar silsilesi. Pardon, racon kelimesini tedavülden kaldırmıştı Miroğlu Yasaları!

Hâl böyleyken ve diziye gelen eleştirilerin ardı arkası kesilmezken, dizinin izleyici kitlesi günbegün arttı. Fakat mevzu şu ki, diziye sürekli bir “mafya” güzellemesi yapılıyordu. Bu durum Osman Sınav’ı 29 Aralık 2001’de “Bu bir mafya dizisi değildir…” çıkışmasına sevk etti ve artık eklemek zorunda hissetti; “… ama yalnızca biz istersek bir mafya dizisi çekebiliriz!” Aslında, “Siz mafyayı böyle zannediyorsunuz, o iş öyle değil, ben size mafya neymiş gösteririm” der gibi bir çıkışmaydı bu.

Henüz 1 yıl geçmişti aradan, 2002 senesi, 2001’deki krizlerin acısını çok çekmişti, yıpranmış ve daha fazla dayanamamıştı, dünyaya veda etmeye hazırlanıyordu, hazan mevsiminin döktüğü bakır renkli yaprakları artık beyaz bir örtü kaplamaktaydı. Bu yüzden, değil son 28 yılın en soğuk kışını, son 280 yılın en soğuk kışına hazırlanmıştı 2002. Tam böyle bir dönemde, kimsenin hesaba katmadığı bir poster televizyonlarda, gazetelerde boy boy yayınlanmaya başladı ve altı çizile çizile, üstüne basa basa şöyle yazıldı: “BU BİR MAFYA DİZİSİDİR!”

Tarihler 15 Ocak 2003’e, saatler 20.00’a kurulduğunda ülkede garip bir sessizlik, yollarda kimsesizlik hüküm sürüyordu. Ülke nüfusu 65 milyondu o sıralar, belki herkes sabırsızlıkla bekliyordu o muştuyu. 90’ların karanlık döneminden, ülkenin hemen hemen her sokağına kurulmaya mecbur kalmış olan kolluk kuvvetleri belki de ilk kez bu kadar rahat devriye atıyor, etrafta düdük öttürecek kimseyi göremiyor, hiçbir solcu ya da sağcıyı göremiyor, hem telaşlanıyor hem de içi içine sığmıyordu sevinçten. Mahalle kahvehaneleri, berberler, kısacası ahilik teşkilatının neferleri, evlerine yetişemeyen yurttaşlara kol kanat gerdi, yedirdi içirdi. Herkes pür dikkat, ekranlara odaklamıştı, o müjdelenen şeyin bir an evvel başlamasını bekliyordu; o gece ülkede saatin şu şekilde geçtiğini rivayet edenlerin sayısı azımsanmayacak derecede çok: 19:57, 19:58, 19:59, KURTLAR VADİSİ, 21:30, 21:31, 21:32…

Evet, o günden sonra ülkede hiçbir şey eskisi olmadı. Her şey onun etrafında şekillenmeye başladı. Misafirliğe gidiş saatleri, halısaha maçları, berberde tıraş sırası, kahvehanede çay servisi, komşularda altın günleri, mahkemelerde kararlar, mahpushanelerde minderler, cezaevlerinde ziyaretler, hastanede ameliyatlar… Her şey onun gününde, onun saatinde, o, pür dikkat izlenilsin diye ayarlanmıştı.

Günler ayları, aylar yılları kovaladı… Kurtlar Vadisi dizisi her yayınlandığı gün, farklı farklı olaylar gelişmeye başlandı. Dizinin kanal değiştirmesi, başrollerden birinin diziye veda etmesi, buna mukâbil ülkede gıyabında cenaze namazının kılınması gibi aklın mantığın almayacağı olaylar yaşandı. Fakat öyle bir dizi ki, dizi deyip geçilmeyecek derecede devlet sırlarına vakıf, her sahnesinde ayrı bir mesaj, her mesajda ayrı bir yol, her yolu bir vadiye çıkıyor. Bu puslu vadide her şeyin bir anlamı muhakkak var. Fakat bu dizi hakkında sizlere pek bilinmeyenleri anlatarak aslında ekranda gördüğümüz o sahnelerin ne anlama geldiğini de öğrenmiş olacağız. O hâlde daha fazla geçmeden maddelere başlayalım…

1. Kurtlar Vadisi, 2003 yılında yayınlanmaya başladıktan sonra her bölümde izleyici kitlesi artan bir diziye dönüştü. Kitleleri ekranda tutmayı başaran dizi, reyting rekorlarına doymak bilmedi. Hâliyle dizinin yayınlandığı Show TV kanalı da bu konuda kazançlı çıktı. Dizi, ilk 20 bölümünü Çarşamba günleri ile geçirirken, 21. Bölümden itibaren Kurtlar Vadisi dizisi, hangi senaryoyla çıkarsa çıksındı, hangi kanalda olursa olsundu “Perşembe günü saat 20.00” kendisine aitti. Hâl böyle olunca “Kendi gününde, kendi saatinde” sloganı meşhur oldu.

2. Kurtlar Vadisi, ilk üç sezonluk bölümlerini Show TV’de çekti. Yayın haklarının çoğu elinde bulunan yapım şirketi, 86 bölümlük seri için Show TV’ye teşekkür etti ve kalan son bölümleri yayınlamak için Kanal D ile anlaştı. Kanal D, bu anlaşma için 2005’te 4 milyon dolar transfer ücreti ödedi. Bu ödeme, Türk televizyon tarihinde bir dizi için ödenen ilk transfer ödemesi oldu.

3. Kurtlar Vadisi, Türk dizi ve tiyatro tarihinin en büyük yıldızlarından oluşan dev ama bir o kadar da dar bir kadroydu. Selçuk Yöntem, Oktay Kaynarca, Turgay Tanülkü, Sönmez Atasoy, Tarık Ünlüoğlu, Baykal Saran, İstemi Betil, Haldun Boysan, Zafer Ergin gibi hem tiyatroda hem de dizi sektöründe nam salmış isimleri bir çatı altında toplayacak kadar dev; Abdülhey rolüne oyuncu bulamayıp prodüktör emekçisi, oyunculara çay servisi yapan Kenan Çoban’ı diziye alacak kadar da dar bir kadroya sahipti. Bizler, Abdulhey rolündeki Kenan Çoban’ı, henüz Abdulhey rolüne girmeden önce hem Duran Emmi’nin mevlidi okunduğu sahnede şerbet dağıtırken gördük hem de Polat Alemdar’ın bir mahkeme sahnesinde bankta oturan sıradan bir vatandaş figüründe gördük. İşte, Kurtlar Vadisi, elindeki dev ama dar kadroya rağmen bir çaycıyı önce figüran, ilerleyen bölümlerde yardımcı başrol oyuncusu yapabilecek kalitede bir diziydi. Aslında başrol oyuncusunun da bir farkı yok bu konuda, yani Polat Alemdar rolünü canlandıran Necati Şaşmaz’ın. Kendisi, dizi çekimleri başladığı vakit ABD’ye yerleşmek için hazırlık yaparken, dizinin yapımcısı ve senaristi kardeşi Raci Şaşmaz’ın Osman Sınav’ın da onayını alarak hiçbir oyunculuk tecrübesi olmayan Necati Şaşmaz’ı başrol için ikna etmesiyle oyunculuk serüveni başlamış oldu. Böylesine dev kadrosu olan bir dizinin başrol olarak hiçbir tecrübesi olmayan birisini seçmesi ise büyük cesaret gerektirir. Çünkü o dönem Polat karakteri için henüz bitmiş olan Deli Yürek dizisinin başrol oyuncusu Kenan İmirzalıoğlu konuşuluyordu. Osman Sınav ise böyle bir karakterin daha önce tanınmamış olması gerektiğini düşünerek böyle bir karar aldığını yıllar sonra öğrenmiş olduk.

4. Dizide Deve Tuncay’ın sağ kolu olan Çapsız Abidin rolünü izleyip de hem komik hem de beğenmeyen yoktur diyebilirim. Peki, dizinin senaryosunda aslında böyle bir karakterin olmadığını, bir silah üretim fabrikasının zorlamasıyla böyle bir karakterin ortaya çıktığını söylersem tepkiniz ne olurdu? Tepkiyi duyar gibiyim fakat bu gerçek. Yapımcı ve senarist Raci Şaşmaz, dizide kullanılacak sahte silahlar için Rize’de bir silah üretim fabrikası ile anlaşır. İstenilen silahları istenilen tarihe yetiştirme sözü veren fabrika, özel bir talepte bulunarak kendi bünyelerinde yer alan bir fabrika çalışanını bir rolde oynatmalarını ister. Bu şartı kabul edilen fabrika, kendilerine verilen sürede silahları yetiştiremez ve anlaşmaları bozulur. Fakat buna rağmen fabrika çalışanı Abidin Yerebakan, Rize’den kalkıp İstanbul’a, dizi setine gelir ve kendisine bir rol verilmesini ister. E hâliyle anlaşma bozulduğu için kendisine böyle bir şeyin imkânsız olduğu aktarılır ama Abidin Bey, ne yapıp edip kendisini kadroya aldırmış ve kendisine verilen rolü layıkıyla yerine getirmiştir.

5. Memati, dizinin en baba karakterlerinden biri. Dobra çıkışları, fevri hareketleri, sadakati ve cesaretiyle gönüllerde taht kurmuş birisi. Dizi boyunca etrafındakilerin aşk oyunlarında nasıl da yaralandıklarını, nasıl da bir yalana, heyulaya kandıklarını anlayan yegâne karakter. Kendisi de aslında iki kere âşık oldu fakat diğer karakterler gibi uluorta yaşamadı, içinde biriktirdi. Çünkü kendisine zarar vereceğini biliyordu. Nereden mi biliyorum? Dizinin bir sahnesinde Polat Alemdar Memati’ye “Peki, ya aşk?” diye sorarak onun aşka olan yakınlığını sormuştu. Memati’nin cevabı açık ve netti: “İstemem, o beni öldürür!” İleri görüşlü, vakur duruşlu Memati, ölümünün aşktan olacağını biliyordu. Filhakika, bu diyalogdan yaklaşık 200 bölüm sonra ölümü kendi düğününde geldi buldu onu. İşte, dizinin senaryosundaki boşluk tanımayan, çelişme ihtimali taşımayan örneklerden birisi.

6. Süleyman Çakır… Türk dizi tarihinde apayrı yeri olan, her sene en az bir kere ülkede adından bahsettiren, ülke genelinde adına gıyabi cenaze namazı kılınan, sene 2023 olmasına rağmen ölüm tarihinde adına mevlit okutulup helva dağıtılan o müstesna karakter… Vadi’cilerin gözbebeği Süleyman Çakır, konseye girip en büyük olmayı kafaya takmış birisiydi. Ve bunu yaparken izleyiciyi de peşinden sürüklemeyi başarmıştı. Yanında Can Polat’ı vardı, İstanbul’a hükmedip zirveye varan basamakları beraber çıkacaklardı. 43. bölümde işler sarpa sardı, tüm Türkiye Cerrahpaşalı’nın hain pususuna yenik düştü ve Çakır’la vuruldu. Çakır ameliyata alındı ve doktor ameliyat esnasında bir parçanın çalınmasını istedi: Mozart’tın Requiem parçası. “İyi de ne alaka?” diyebileceğiniz bir yere geldi mevzu ama asıl bomba bundan sonra başlıyor. Mozart ile Çakır arasındaki ortak nokta şu ki, ikisinin en yakın arkadaşları ikisinin hayallerini gerçekleştirecek kişiler. Mozart, son bestesini tamamlayamadan öldü ve en yakın arkadaşı besteyi tamamladı. Çakır, en büyük olma yolunda işleri yarım bıraktı, vefat etti fakat onun Can Polat’ı, bir gecede altı babayı infaz ederek onun yarım bırakmış olduğu işleri tamamlamaya başladı. Bu ortak nokta senaristler tarafından bizlere ameliyat sahnesinde aktarıldı. Çakır’ın öleceğini Mozart’ın bitmeyen bestesinden anladık. Besteyi tamamlayacak kişinin de Polat olacağı artık aşikârdı.

7. Be hey gidi koca Süleyman Çakır! Sen ki, koskoca İstanbul’un sefiri oldun, yanında Can Polat; mekan açtın, yanında Canpolat; hapse düştün, seni kurtaran Can Polat; babaları topladın masaya, hepsinden biat aldın, ortağın Can Polat; pusuya düştün, ilk yardımına koşan Can Polat; öldün, son sözün oldu Can Polat… Can Polat aşağı Can Polat yukarı… Dizi boyunca bizler bu iki karakterin birbirlerine nasıl da yaklaştıklarını çok iyi gözlemleyebiliyoruz. Hatta birbirlerinin karakteristik yapılarının ilerleyen dönemlerde birbirlerine aktarıldığını da anlayabiliyoruz. Mesela ilk bölümlerde esprili, çok sevecen bir Polat varken karşısında gaddar, gözünü kırpmadan herkesi öldürebilen, ciddiyet abidesi bir Süleyman Çakır vardı. İlerleyen bölümlerde, hatta Çakır’ın ölümüne yakın bölümlerde bu özelliklerin iki karakter arasında değiştiğini görebiliriz. Bu değişimlerin kırılma noktası meşhur kumarhane baskınının olduğu bölümdür. Gelelim bizi ilgilendiren detaya… Çakır’a bu kadar yakınlaşmış, Çakır’ı bu kadar benimsemiş, Çakır’dan ayrı gayrı duramayan Polat, Çakır’ın vefatından sonra sadece bir kere onun mezarına gitmiş, o da Memati’yi intihar etmekten vazgeçirmek için. Sürekli mezar ziyaretleri yapan Polat, daha sonraki bölümlerde, sezonlarda bir daha hiçbir şekilde Çakır’ın mezarına gitmemiştir.

8. Betondan bir cumhuriyet kurulsaydı, muhakkak ki 1. Cumhurbaşkanı Laz Ziya olurdu. Laz Ziya, âlemin en eski kurtlarından, âlemin tüm raconlarını bilen, racon yıkıp racon koyan, feleğin her türlü çemberinden geçen, gemisini asla batırmayan bir ADAM! Öyle bir adam düşünün ki, kendisinin rahat etmediği yerde kimsenin istirahat etmesine müsaade etmeyen birisi olsun ama aynı zamanda çok âşık. Laz Ziya, çok sevdiği eşi Asiye’nin kendisini bir dişçi ile aldatmasından sonra hiç dişlerini fırçalamayan, asla dişçiye gitmeyen bir inat abidesi. Fakat bizi ilgilendiren detay çok ince. Dizinin ilk bölümlerinden itibaren Laz Ziya’nın olduğu sahnelerde genelde “Oy Asiye” türküsü dinletilir. Tâ ki Laz Ziya haince öldürülene kadar. “Oy Asiye” parçası, dizinin ilk bölümlerinde normal hızda çalarken her bölümde azar azar yavaşlatılarak devam eder. Bu durum Laz Ziya’nın öldüğü sahneye kadar gelir o sahnede türkü, en ağır hâliyle dinletilir. Yani izleyici, Oy Asiye türküsünün yavaşlatılması ile Laz Ziya’nın yavaş yavaş ölümüne de tanık oluyor.

9. Kurtlar Vadisi, sadece senaryosuyla, dar ama dev kadrosuyla değil aynı zamanda müzikleriyle de öne çıkan bir dizi. Bir zamanlar herkesin belindeki telefon kılıfından çıkan sesler hep Kurtlar Vadisi müziklerinden oluşmaktaydı. O dönemde statlarda Vadi’ye ait Cendere müziği ile besteler yapılırdı, hemen herkesin bu müziği duyduğunda tüyleri diken diken olurdu, müziğin duyulduğu ortamda herkes oturuşuna, haline, kılık kıyafetine çeki düzen verir, hafif bir öksürükle boğazını temizler, ciddiyetle müziği dinlemeye başlardı. Öyle ya, hem aksiyon, hem hüzün, hem mânevî ezgilerden oluşmuştu Cendere. Evet, böyle bir müziği ülkede yalnız Gökhan Kırdar yapabilirdi. Fakat tamamıyla ona mı ait? Bize göre evet, toz konduramayız. Ama gerçekte esinlendiği yer uzakta, Batı Dünyası’nda. Bir kovboy filmi olan “Faccia a Faccia”te (Dişe Diş) yüzleşme sahnesinde kullanılan müzik, Gökhan Kırdar’a ilham olmuş diyebiliriz. Merak edip dinlemek isteyenler Youtube’a “Faccia a Faccia – Ennio Morricone” yazıp 57. saniyesine giderek Cendere müziğinin esinlenildiği bölüme ulaşabilir.

10. Diziye dair birçok ince ayrıntılara ulaşmak mümkün. Dizideki ofislerde kullanılan tablolardan müziklere; kıyafetlerden diyaloglara kadar birçok detay ile yüzlerce mesaj verilmiştir. Bunlardan birisi ise İslâm âlemine yönelik olarak karşımıza çıkıyor. Dizinin neredeyse son 10 bölümünün çoğunluğu Suriye’de geçiyor. Polat, tapınakçıların eline düşmüş ve bir operasyon için Suriye’ye gönderilmişti. Burada bir devlet adamının öldürülmesi istenmişti. Suriye’de geçen sahneleri izlerken arka planda yanık bir ses sürekli olarak aynı şeyleri söylemekte. Bu ses ilk başta hiçbir anlam ifade edilmese de sıkı Kurtlar Vadisi takipçileri bu sesi tersten oynatıp aslında bir ezan olduğunu anlamışlar. Evet, o yanık, tüyleri diken diken eden, ürpertici ses aslında bir ezandı. Neden böyle bir şey yapıldığına gelirsek, Kurtlar Vadisi, daha o dönemde İslâm coğrafyasında bir şeylerin ters gittiğini işaret ediyordu. Suriye rastgele seçilmedi çünkü!

Devam edecek…

Adem Suvağcı

Bir Mâlûmatfuruşun Günlüğü – I
Bir Mâlûmatfuruşun Günlüğü – II
Bir Mâlûmatfuruşun Günlüğü – III

 

DİĞER YAZILAR

6 Yorum

  • Zeyd , 21/09/2023

    Kurtlar Vadisinin bir efsane olduğu bariz zaten. Ama ilk 97 bölüm sonrası epey çaptan düştüğü bir gerçektir. Bu arada Necati Şaşmaz gerçekten de müthiş bir seçim olmamış mı?
    Benim en çok güldüğüm ise dini laflar edilip sonra her türlü dine aykırı şeyin yapılmasıydı. Hatta Polat’a bir bölümde bir adam ben Tanrı’nın oğluyum dedi Polat da lafın altında kalır mı benim senin gibi bir oğlum yok falan demişti. Yani bu minvalde bir konuşma geçmişti.

  • Allah'ın Fethi 58 , 08/08/2023

    Abartıldığını düşünüyorum. Türkiye’de birkaç kaliteli isimlerle diziyi hangi dönemde çekersen çek ses getirir. Kurtlar Vadisi o dönemde sessiz bir çoğunluğun sesi olunca böyle bir etkiye sahip olduğu kanısındayım.
    Teşekkürler.
    Feyyaz Ağabeyim lütfen bana çok kızmasın…

    • Adem Suvağcı , 13/08/2023

      git başka köşede ağla, yönlendirme yapma. okuyucuların kalbiyle oynama.

    • münkir pataklayıcı , 15/08/2023

      bak koçuuuuum, sen sivasta kısa donla “elim sende” oynarken, ben devirdiğim kv münkirleri üzerinde sivas halayı çekiyordum. sen benim bir yaramı, bir açığımı, bir düşkünlüğümü mü gördün ki bana saygısızlık etme cüretini kendinde buldun. sen benim kardeşimin yazısına nasıl böyle küstahca bir yorum yaparsın? kv sevgimizin üzerine nasıl şerh düşersin? beni iyi tanı! bana saygısızlık bu alemde bir defa yapılır. haaa bir de… o fethullah şişkosuyla çok geziyorsun fethiii. ikiniz bir istanbul’a sığarsınız da bir mezara sığmazsınız!!!

    • Fethullah Polat , 25/08/2023

      Değerli büyüğüm Sayın Suvağcı’nın ve pek kıymetli “münkir pataklayıcı” ağabeylerimin sunduğum argümanlara böyle karşılık vermelerini anlayışla karşılıyor ve kendilerine çok teşekkür ediyorum. Çünkü savunmuş oldukları diziyi başka türlü savunamayacaklarını okurlara göstermiş oldular.
      Bahsi geçen dizide karakter gelişimi adına çok büyük saçmalıkların olduğunu söylemeliyim. Başrollerin bir olaylara bakış açısı birbirinden çok tutarsız. Kurulan evrende insanlar sanki geçmişte yaşanan olaylar hiç yaşanmamış gibi olaylara devam ediyor ve karakterlerin kişilikleri çok sert bir şekilde değişime uğruyor ve bunu sadece arada yaşanan tek bir olaya bağlanıyor.
      Bahsi geçen dizide yapımcının değişmesinden sonra dizi çok büyük bir kırılıma uğruyor. Demek ki bu dizinin üstüne ciddi şekilde düşülmediğini ayrıca kitlemizi heyecanlandıracak ne yapabiliriz şeklinde bir ilerleme kaydettiklerini düşünebiliriz. Keza bunu şu şekilde de görüyoruz ki dizide her zaman salt “iyiler” ve salt “kötüler” var. Size daha önce kötü olarak gösterilen bir karakter birkaç bölüm sonra aslında bu karakter de o kadar kötü değil diye gösterilir ya da yaptığı şeylerin altında “Haklı bir sebep” varmış dedirtmeye çalışır.
      Bahsi geçen diziye yine bakacak olursak karakterler arası diyaloglar sadece aforizma içerir. Nasılsın sorusunun cevabı bile gereksiz büyük büyük laflarla cevaplanır. İzleyicide bir iğreti oluşturması gayet normaldir.
      Bahsi geçen dizinin seslendirmelerine değinmek bile istemiyorum. Dünya tarihinde böyle cast hataları başka nerelerde görülmüştür bilmiyorum.

      Velhasılkelam, diziyi izleyen birisi olarak Türkiye’deki iyi dizliler listesine yüksek sıradan girebilir fakat bu dizinin mükemmel olduğunu göstermez. Diziyi bu denli sevenlerin bu denli bağlılıklarını ise geçmişte bu denli ciddi mevzulara giren başka bir dizi olmayıp sessiz çoğunluğun-ki ülkemizin çok değerli komplo teorisyenleri de dahil- sesi olmasına bağlıyorum.

      ” Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarbilirsiniz belki ama mezara sığdırma konusundan emin olun bir sıkıntı yaşamazsınız.”

  • Memati , 08/08/2023

    35 kat daha değerlendi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir