Mahreç Ağrıları

Beni bu dipsiz kuyulara sen attın. Saçları yaldızlı, granit taşlarla bezenmemişti kızların. Hah! Kuyu denince aklıma, çakır gözlü Kadir ağanın, bilmem kaçıncı kuşaktan torunu olduğum gelirdi sadece. Afyon sütünü akide şekeri diye yutturdun bana. Münafıkların, fasıkların, bıyıkları boyunlarını aşan mecûsilerin, keferelerin, facirlerin ve müflislerin, kâfirlerin, öküze tapanların ve ağlama duvarında kahkaha atanların kitapları çanak tuttu sana. Hep beraber kan kusturdunuz, kandırdınız beni. Hah! İlk taşı kim atsınmış. Taş dediğin şey preslenmiş kumdan ibaretti, su ve çamur ihtiva ederdi, altı üstü bir cevherdi. Çokçalanınca mıcır olurdu adı. Köylüler otoriteye başkaldırınca köy yollarına dökülürdü mıcır. Asfalt, bilincimizi teskin ederdi. Hah! Kara lastik giyer, Behram yollarında kavun satardım. Beni yoldan çıkardın. Yol dedin yolda olmaktır. Taşra çakısı kendini bilemezse körelir, yaz dedin. Bu elinde tuttuğun Grapon kâğıdıdır, yaz, az ilerde Pulbiber Mahallesi var, Ah’lar Ağacı’nın orada. Her yere yakın bir yerde. Sevap, günah, bunlardan sana ne? Sen yaz, içinden geleni yalınkat, dizginsiz, olabildiğince. Hah! Kuyunun dibi dedin, aydınlık, orada çavlanlar, hakayıklar, petunyalar, dönenceler, ateş böcekleri var dedin, orada elma şekerleri, kâğıt helvalar, gondollar, atlıkarıncalar, panayırlar var dedin. Bıyıklarım terlemek üzereydi, beylik kelimelere ihtiyacım vardı. Ne güzel ne tatlı ne latif söyledin. Kandırdın beni. Hah! Kuyu dendikte aklıma bir peygamber gelmezdi önceleri. Sakalları uzun, pazuları kuvvetliydi peygamberlerin. Ben küçükken dört kişiydiler, sonra sayıları binleri, yüz binleri buldu onların. Hah! Kuyu dendikte aklıma bir peygamber babası gelmezdi önceleri. Çünkü ağlamazdı bir peygamber, güçlüydü, ağlasa bile evinde ağlardı. Çünkü babam da öyle yapardı. Pazuları kuvvetliydi, sakalları uzundu. Yoksa nasıl peygamber olsundu. Hah! Gözyaşıma bakmadın, alegorik metinler okuttun bana, sadece Yakup dedim sonra. Lahit gibi bir kelime örneğin, sindirdim içime kusmuk kokan ne varsa. Hah! O katafalkın altında, kandır bu dedim gürül gürül, kalemlerden akar, divitlerden ve hokkalardan. Ne güzel kelimeler, imgeler ve bağlam dedim. Ellerimi ve ayaklarımı kesecekler benim. Çaprazlama. Nemrut derler adına bir velut, az daha cehenneme gidecektim. Hırsızlık yaftasını yumuşattın, hah: metinlerarasılık. Ilık bir rüzgâr eserdi Kenan İli’nden, o bir peygamberdi. Nasıl giyilirdi? Ağlamaktan yapılmış bir gömlek. Kendirini kim ektiyse artık? Ektiğini biçecek. Şairleri kutsadım, iyi hissettim, farklı hissettim. Zehirlendim senin yüzünden. Hah! Beni bu dilsiz şeytanlara sen sattın. Ayetlere numaralar vermekten hicap duyardım. Mushaf denince aklıma, çakır gözlü Kadir ağanın, bilmem kaçıncı kuşaktan kızı Resmiye Hanım gelirdi sadece. Öpüp başıma koyardım Mushaf’ı, ekmek gibi, nar gibi, hayra yorulan rüyalar gibi kutsaldım. Hah! Aldattın beni. Akşam ezanından önce muhakkak evde olmalıydım. Bir fırt, sadece bir fırt Bafra Cigarası için bir sünnet cemiyetinde enseme okkalı bir tokat yemeyi göze alamazdım. Sınırlarım, çizgilerim, durmam gereken duraklar vardı. Esler ve notalar, anahtarlar, çatapatlar vardı. Hatırlıyorum, İngilizler ve domuzlar vardı -sonra bir takım sesler Tanrı kelimesini meşru kılan- harfler ve noktalar vardı. Birçok nokta bir düzlem oluşturmuyordu o zamanlar. Adnan Menderes öldüyse de Turgut Özal hayattaydı. Hah! Nereden çıkmıştı bu arı üstelik bal yapardı. Muhacirler rahvan atları çok sever diye atlara oy atardı. Hah! Ben 93 harbinde köstekli kağnılarla taa Rusçuk’tan gelmiştim, otağı kurmuştum Türkiye’nin kuzeybatısına. Annem güllü şalvar giyer salça kaynatırdı. 58 marka. Hah! Takdir ettin beni mektebi kötüledin. Hah! Kandırdın beni. Elif Ba okuyacaktım taaaaa en baştan, tecvidim tamam olacaktı, cennette gidecektim hah! İki harf kalmıştı hepi topu mahreçleri bitirmiştim. Za ve Dat. İhmal ettin beni, ihbar ettin, fiştekledin, beğendin okuduklarımı pohpohladın, çomak soktun kör boğazıma, yazdıklarımı t’evil ettin. Sıkıştırılmış gazete kâğıtlarını fildişi diye yutturdun bana. Kısa kollu gömleklerle namaz kılan adamları daha kolay yargılayacaktım. Hah! Senin yüzünden, hepsi senin yüzünden, tuttun elime bir yıllık verdin, muhtelif yıllardan oluşan bin yıllık bir antoloji. Hah! Hah! Hah! Adına şiir derler kelimelerden mürekkep bir iksir, içtim, içtim, kana kana içtim, zevkten dört köşe oldum hah! Kendi kendimi şerh ettim. Beni bu cüruf çukurlarına sen attın. Kadınları toplama kamplarında -1945 sonbaharında- rikkatle, şefkatle, merhametle, layik-i vechile diri diri yakıp çarmıha gerdim. Yetim saçlarından kilim, öksüz kemiklerinden sabun yaptım. Hah! Paçalarımı silkeledim, karşılarına geçtim -iyimser bir başlangıç adına-  tuttum bir sigara yaktım. 32 dişimle gülümsedim. Hah! Şimdi madeni bir ağrı olarak ellerim ceplerimde, başa, en başa, katafalkın çamur surlarına yürüyorum. Halvetten kovulan bir derviş, arkamda. Hah! Abraşlar, çolaklar ve haramiler, cavlakîler, kalenderîler ve melâmiler -ıskartaya çalan kırmızı bir bilinç olarak- arkamda. Topuklarında nasır, ellerinde pamuk, falçatalar ve makaslar, heybelerinde gül yağı. Kendi ağına dolanmış bir örümceğin bıçak yarasını sarmak için. Sana geliyoruz. Sen, her yere yakın olan o yerde misin hâlâ? Sana geliyoruz. İsmin, boz bulanık bir rüya bilmecesi. Belki beş harf, soldan sağa. Resimdeki ünlü şair, haftanın sekizinci günü, belki İstanbul’da bir şehir. Hah! Sana geliyoruz. Sonsuz değirmenden atlayarak, küspelerden, hendeklerden, Çepnilerin tırpan attığı pancar karıklarından, sırtımızda etnik bir yara. Motorlardan, patoslardan, su yollarından, sana geliyoruz -sana gelen günler adedince- alnımızda sönmüş bir yanardağ. Öykün bize, öykün: kumral bir ustura. Hah! Bir çiçek ismidir umudumuz, dünya denilen toplama kampında, gövdesi senin gibi yeşil, boynu senin gibi bükük, kim görse yakıştıramaz dünyaya. Hah! Yaprakların siyah değildir, siyah bir isme kiralanmıştır. 39 yıllığına. Heves nedir, kursakta nasıl kalmıştır? Anla. Sana geliyoruz. Senin ismin bir çiçek ismidir. Dön bak dünyamıza. Karahindiba!

 

Bahadır Dadak

Resim: Wassily Kandinsky

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • kuyu , 26/08/2019

    Bizi bu hengamenin içerisine itiverdin…

  • zeynep k. , 19/08/2018

    Ben bu şiiri dönüp dönüp okuyorum. Odada yüksek metrajlı daralıp da içim açılsın diye perdeyi aralamam gibi bir dönüşle okuyorum. Öylesine efsunlu ki! Bana bir soluk daha bağışlıyor sanki.
    Bazen güneşi görüyorum bu aralayışla bazen sokağı. Yüzüm aydınlanıyor, yolumu belliyorum. Buradan gidilirse tam karşımda diyorum güzel olan ve olacak olan ne varsa.
    Bu bitmek tükenmek bilmeyen dönüşlere beni Bahadır abi itti. Süslü dizelerini geçtim, süse herkes aldanabilir. Ama adını ilk defa duyduğum, anlamını bile bilmediğim onca kelimesiyle yaptı bunu hem de. Anlamadan bilmeden düştüm buraya. Yine düşeceğim. Ayağa kalkmadan hem de.

    • zeynep k. , 31/03/2020

      Yaklaşık iki yıl aradan sonra yine buradayım. Yine etkilendim bu şiirden. Bu böyle olmamalıydı..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir