ne zaman olsa bir koku ve sokulsa burun kemiğine
elleriyle tutamamak acıtır canı kokunun gözbebeklerini
bir de söylediğim senin de gözlerinde kalan
sakın dokunma -desem- gözlerine
kendi gözlerin kendine belki yabancı, belki unutkan
fakat benim dilimde bir şey var dilimde
bir düşten arta kalan ağız kuruluğu gibi bir şey
oysa diline değseydi söylediklerim bir zaman
çok eski bir dilde söylenseydi, güzel sesle söylenseydi
bugün değil, dün değil, yarın korktuklarının hepsinden kaç
kaç kere daha dokunaklı bir türküden uzak ve
öylesine yaşamak gibi bir söylemişliğimiz var
orda duran ve savaşan çekik gözlülerin elleriyle
ellerinde çok daha sonra zülfikar ve şimşir ile
dile değen bir kılıç gibi keserdik de bir bileydik
dönüp ardından zülfikar kimin başını vuracak
sen durduğun yerde kal ayrılma bir daha. hayfa!
ben kılıcımı kuşanıp kaçtımsa Allah’a koşar adım
kaçmak belleyen, korku belleyen, kancıklık belleyen
türküleri ağzından tükür, ağzından tükür
savaşa giderken yardan geçtimse serden geçmedim belleme
her mahalleye bir kurşun, her mahalleye bir telini bıraktım sakalımın
lanetlerin, kinlerin, nefretlerin ve kusmukların hepsi bende.
çok özlüyorum ama seslerini, çığlıklarını, korkularını insanların
bir de susuşlarını senin, en çok da parmak uçlarını.
senin susuşların beni dönmem gereken yere döndürmezse
bir arafa salmakla olanca hevesiyle
dimdik hâlâ çok kavi tutmaktan başka neye yarar?
ben hep yirmi bir yaşında bir kızın simsiyah saçlarını şiir belledim
bir de kara simidi kana kana aradığım şehrin kömür kokusunu
sonra tek bir şiir, ardından gelen ölüm
ve yarım kalan ölü bir şairin ardındaki
mısraı takılır kanatlarıma
tek bir şiirle ölüm var mıdır diye sorarım
tek bir şiirle ölsem razıyım
Raşit Ulaş
2 Yorum