7 Nisan Cumartesi Kadıköy Rıhtımda yaptığımız eylemi, eyleme katılanların ağzından dinleyelim.
***
Sulhi Ceylan
Saat 17.40’da ellerimde bildiriler ile Kadıköy rıhtımda yerimi almış ve gelecek arkadaşları bekliyordum. Ama gelen giden yoktu. Bir an umutsuzluğa kapıldım ve en olmadı bütün bildirileri kendim dağıtırım demeye başladım. Bir yandan da telefonla arkadaşları arıyordum. Malum, gecikeceklermiş… Neyse 18.00 da buluştuk. Toplam 6 kişi, getirdiğim 500 adet bildiriyi paylaştık. Hemen stratejik dağıtım metotlarına dair kısa bir konferans çektim ve herkes konumuna geçti. Ben rıhtımda bekleyip gemiden inen hayat yorgunu insanlara bildiriyi ulaştırıyordum. Aslında bildiri, bildirinin ötesindeydi. Açıkçası sen insansın ve kalbin var. Kalbini unutan hayatla bağlarını kesmiş demektir, diyorduk. Güzel şeyler söylüyorduk be…
Derken ilk gemi geldi ve başladım bildirileri dağıtmaya. Genelde insanlar almak istemiyorlar ama 3 numaralı bakışımı kullanıp kendimden emin bir tavırla bildirileri uzatınca almaya başladılar. Zaten mesele ilkini verebilmekmiş. Biri alınca diğerleri de almaya başladı ve en önce bildirilerini bitirmiş biri olarak arkadaşların ne yaptığını bakmaya gittim. Dağıtıma devam ediyorlardı. Kendilerine dağıtım metotlarını anlatıp ümitlendirdim. Sonrada Beşiktaş rıhtımının yanındaki kafeye gidip sessizce çayımı içmeye koyuldum. Derken Aydoğan K ufukta belirdi. Yatarken bile çıkarmadığı güneş gözlüğü ve ağzında sigarayla aheste aheste yürüyordu. Beni görür görmez sağ elini yumruk yapıp havaya kaldırdı ve bağırdı: Eylem, bir kız ismi değildir!
Dakikalar geçtikçe arkadaşlar gelmeye başladı. İki kişi henüz gelmemişti. Önce Mustafa Cemaleddin’i aradım. Hayırdır yoksa seni emniyete mi aldılar soruma “Ben seçkin kişilere veriyorum bildiriyi. Ayrıca bildiriyi vermeden önce, okuyor musunuz? diye de soruyorum. Bu yüzden bitmedi” deyince anladım Mustafa Cemaleddin’in işinin çok ama çok uzun süreceğini. Aradan yarım saat geçtiğinde Mustafa Cemaleddin nihayet geldi. Peşinden de Küpeli Hafız’ın gelmesiyle kadro tamamdı. Çaylarımızı içerken yeni eylemleri konuştuk. Türkiye bir kıvılcım bekliyordu ve biz benzin dökmeye hazırdık.
Vedalaşırken yumruklar tekrar havaya kalktı ve eylemin bir kız ismi olmadığı vurgusunu bütün Kadıköy’de seslendirdik.
***
Zafer Aydın
Cumartesi günü eylem vardı Kadıköy rıhtımda. Edebifikir sandalına bindik ve dağıttık bildirilerimizi. Belki de gemiden inenlere kalplerini hatırlattık, evlerini, şarkıları… Ya da hatırlatamadık, yalnızca öyle yürüyüp gittiler işlerine, güçlerine, mabetlerine. İşin ilginci kapitalizme isyan eden bir bildiri dağıtırken, ayağımda dockersmarka ayakkabı vardı. Bu beni bir sorgulamaya itti. Acaba ayakkabı sadece ayağımda mıydı yoksa kalbimde de yer edinmiş miydi?
***
Küpeli Hafız
7 Nisan sabahı kalkıp gençlik çalıştayına gitmek için hazırlık yaptım. Hayattan bezmiş ve sınav haftasından çıkan bir öğrenci olarak metrobüse yürürken sanki ayaklarım beni geri itiyordu. Çalıştayda ve sonrasında geçen 6 saatin ardından vapurla Kadıköy’e geçerken, Zafer’in “Kadıköy de manifesto dağıtalım mı?”demesiyle başlayan macera saat 18.00 da elimize geçen manifestolarla uygulamaya kondu.
Herkes dağıtıma başlamıştı ama ben hâlâ başlayamamıştım. Nefsimi yenip “Buyurun” demek zor geliyordu. ‘’Rica etsem almaz mıydınız?’’ demeyi düşündüm. Sonradan birkaç kişiye bildiri verince biraz olsun rahatlar gibi oldum. Ama yine de çok çekingen davranıp bildirileri uzatamıyordum. Bunu yenmenin tek çaresi var, diyerek kendimi rıhtımdaki İş Bankası’nın önüne attım. Dakikada yüzlerce kişinin geçtiği bankanın önünde dağıtmaya başladım bildirileri. Başta pek bir tepki gelmedi. İlerleyen vakitlerde ergenlik çağına yeni girmiş bir kız; ben alırım, deyip tam alacakken, yok kalsın almayayım, deyip kahkaha atması ve dalga geçmesi benim cinlerimi tepeme çıkardı.
Zaman hızla ilerliyordu ama benim elimde bulunan bildiriler hâlâ çok fazlaydı. Sonradan bir telefon geldi. Zafer, “Biz bitirdik sen neredesin?” deyince şok oldum. İş Bankası’nın önünde bir şey olmayacağını anlayıp iskelenin oraya ilerledim. İlerlerken de bildirileri dağıtmaya devam ediyordum. Orta yaşlarda bir adam bildiriyi aldı ve incelemeye başladı. Çok güzel olduğunu söyledi ve teşekkür edip gitti. Bu olay az önce kızla yaşadığım olayı bir nebze olsun bana unutturmuştu. Eminönü’ nden gelen ilk vapurla benim elimdeki bildirilerin neredeyse tamamı bitmişti. Daha sonra Sulhi abilerin yanına giderken elimde kalan son birkaç bildiriyi de dağıtmıştım. Artık rahat bir şekilde çayımı yudumlayabilirdim.
***
Ömer Ertürk
Kadıköy’de bir şey dağıtıyorsanız iki çeşit insanla karşılaşırsınız. Kim olursan ol, sana aldırış etmeyip kendisine sunulanı hor gören bir tavırla ona uzattığını şeyi görmemezlikten gelip geçenler ve senin dağıttığın şey her ne olursa olsun, sana onun hakkında verebilecek aşırı önemli bilgisi olan allame-i cihan kişiler. Örneğin cumartesi günü Kadıköy’de bildirileri dağıtırken bazı insanlarla yaşadığım diyaloglar şunlardı:
Bildiriyi alan bir amca 2 dakika sonra hızla yanıma gelip; “Bana verdiğiniz kâğıt AKP ile ilgili değil, değil mi?” dedi. Amcam merakından kâğıdı almış; ancak okuma zahmetine katlanmamış. Kendisine gerekli açıklamayı yaptıktan sonra ise tatmin olmuş bir şekilde “Zaten kâğıdı cebime koydum, evde okuyacağım.” deyince biraz olsun rahatladım.
Elinde gazete olan ve kendi tabiriyle entelektüel olan bir abi “Kâğıdı okudum, güzel cümleler var. Ancak siz mason değilsiniz değil mi?” demesi üzerine, bugünleri de gördüm ya ölsem de gam yemem, diye düşündüm. Bu zata da gerekli açıklamayı yaptıktan sonra “Ben de dergi çıkarıyorum bir ara yanıma uğra görüşelim, belki sizin dergiyi çıkarırız.” demesi beni biraz olsun yatıştırdı.
Ve Kadıköy’de çiçek satan kız… Yanıma yaklaşıp “Abi sen onları dağıtamıyorsun, istersen ver ben dağıtayım” deyince, aslında şunu demek istediğini gayet iyi anladım: “Bir saattir elinde bir tomar kâğıtla durup millete uzatıyorsun; ama bir türlü kabul ettiremiyorsun. Senden bir cacık olmaz. Ver şunları anamın babamın hayrına dağıtayım da sen de çek git.”
1 Yorum