“Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik”

Sulhi Ceylan, Celal Kuru’nun “Kafka ve Cioran’a Mektup” ve Bahadır Dadak’ın “Bütün Mümkünlerin Kıyısındasın, Bütün Tuzakların Taşrasında” mektuplarına cevap yazdı.

***

Güneş bazı insanlar için doğarken bazı insanlar için de batar. Öncelikle bunu kabul etmeliyiz. Tamamlanmamışlık insana özgüdür ve bu hal bilakis kötülük değil kişinin kendini bilmesinde en büyük sermayesidir. Burayı düşünmeli yani acziyetin sermaye olmasını…

İnsan bir hikâyeden firar edip başka bir hikâyede nefes alır. Çünkü bunaldığı zamanlarda kendine yeni yaşam alanları açmak ister. Bu sebeple hikâyeden hikâyeye geçiş yapar. Aslında geçiş yaptığını sanır. Çünkü bu hikâyeler birbirinin zinciri yani tamamlayıcısıdır ve bir halkanın kopması hikâyenin anlamlandırılmasını zorlaştırır. İşte burada duralım. Tamam tünel karanlık ve çok uzun olabilir ama tünelin sonundaki aydınlık gözümüzün önündeki karanlığı yutabilir ve sona ulaşma ümidi bizi hayata bağlar. İşte burada bir daha duralım zira konumuz ümide geldi. Ümit yani Allah…

Dünyaya küskünlüğünüzü anlayabiliyorum ve dahi hüznünüzü… Benim de kalbim vurgunlarla dolu ama vurgun da hayata dâhil. Bunu anlamanızı istiyorum. Sahabe Efendilerimiz, başlarına musibet gelmediğinde Allah’tan uzaklaştıklarını düşünürlermiş. Yani musibete uğrama oranı Allah’a yakınlığın göstergesi.

Şimdi sıkı durun asıl bombayı patlatıyorum. Hani insanlara küssünüz ya, hani insanlar çok kötü ya, hani insanlar şöyle böyle ya… Hâlbuki insana ulaşmadan Allah’a ulaşılamaz. İnsana küsen aslında bilmeden Allah’a küsmüştür. Zira tüm varlık O’nundur ve tek bir yaprak bile O’nun bilgisi dışında kıpırdamaz. Hiç böyle düşünmediniz değil mi? Yoksa Allah’tan razı mı değil siniz? Ayrıca biz insanız, yani yaratılmış, yani kendisine varlık bahşedilmiş. Burayı düşünün isterseniz. Ne diyordum; Allah’ı bilmek için insana ulaşmak gerek. İnsana ulaşan aslında merhamete ulaşır. Tüm insanları bir görür. Celal, Bahadır, Elif, Merve kalkar ve Abdullah (Allah’ın kulu) oluverir bir anda herkes. Oysa her zaman öyleydi ama çokluk bizi kandırıyordu. Siz bu meseleyi bir düşünün bence. Tolstoy; “Birine çamur atmadan önce düşün ve sakın unutma: Önce senin ellerin kirlenecek” der, ki haklıdır. İnsan hata arıyorsa aynaya bakması kâfidir. Ama nedense insanoğlu kendi gerçeği ile karşılaşmak istemez ve bütün hatayı dışarıda yani diğer insanlarda arar. Hâlbuki bu durum başlıbaşına kendini kutsamaktır. Bunu da düşünmemiştiniz değil mi? Düşünmelisiniz çünkü insan kadar hemcinsini ötekileştiren bir başka varlık yoktur.

Mehmed Akif Ersoy bir şiirinde şöyle der:  “Senin Mecnun’unum, bir sensin ancak taptığım Leylâ; / Ezelden sunduğun şehlâ-nigâhın mestiyim hâlâ!” Bu şiiri terennüm etmemin asıl sebebi; gelin bırakalım teşvişi, gelin çokluk algısını terk edelim, ezelde yani Kâlu Belâ’da muhatap olduğumuz o sorunun aşkıyla her dem ser-hoş olalım. O’na muhatap olmuşuz, sorusu ile kendimizden geçmişiz, O’nunla karşılaşmışız, daha ne olsun diyorum. Ne demişti Elest Bezmin’de Mevlamız: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” E, o halde bu neyin gürültüsü. Rab kulunu, kulunun sıkıntısını bilmez mi? Yoksa rabbinizi kullara mı şikâyet ediyorsunuz?

Tamam insan bin parçaya bölünür ve bu bölünmesini sadece bin bir parçaya bölünmüş olanlar anlayabilir. Tamam insan söz söyler ama son sözü de kader söyler. Tamam insanlardan beklenti içinde olmak derde davetiye çıkartmaktır. Tamam bazen sukûtun da dili lâl olur. Tamam hepsini anlıyorum ama ben de Yenişehirli Avnî’nin bir kıtasını tekrarlıyorum:

Sanmam taleb-i devlet ü câh etmeye geldik
Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik

O halde her güzeli Leyla sanmayı bırakalım. Sanılardan gerçeğe geçelim, hakikatin yüzündeki peçeye talip olmak bile dünya ve içindekilerden değerlidir. Gerçi söylediklerime ulaşmanın zor olduğunun farkındayım ama insan da basit bir varlık değil. O halde artık söylememin vakti geldi. Hayal kırıklığı diğer insanlardan dolayı değil, kişinin kendine karşı yaptığı yanlışlardan ötürü oluşur. Bu bahsi düşünmeniz için şerhine girmiyorum. Hem her şerh aynı zamanda konunun anlaşılmamasına da sebebiyet verir. Eğer bir düşünceyi zihninizde köle haline getirdi iseniz gerçek hayatta bu düşünceyi özgür kılamazsınız. Burası çok daha önemli. Kişinin kendini özgür kılmasından bahsediyorum. Ve özgürlüğün ise itaatten geçtiğini söylüyorum. İster istemez zıtların birliğine geldi konu ama bu konuyu da şerh etmeyeceğim. Hem şerh, yarmak demek biliyor musunuz!

Yalnızlık deyip duruyoruz, yalnızlık deyip içimizdeki kalabalığa sığınıyoruz. Sıkıysa içinizdeki sesleri susturun ve Tevhid’i haykırın. Hep kolaya talip olup insanlara küsüyorsunuz. Tekrar söylüyorum; hayat kendini bilme sürecidir ve insan insanı insanda tanır. “Fiziksiz metafizik” sadece bir hayaldir. Örnekse hayatımız…

Kalın sağlıcakla…

Derdiniz bol olsun.

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Mecnun , 11/03/2018

    Oysa ben hep yalnız kaldığımda Allah’a yakın oluyorum, kalabalıklar insanı boğuyor dünya hayatına daldırıyor yanlış mı düşünüyorum acaba?

  • Bayan çok bilmiş , 26/01/2017

    Peki kalabalikların arasındaki yalnızlar kendi yalnizliklarini tek başina yasamak isterken bir türlü yalnız kalamiyorlarsa, halk içinde Hak ile olma gayesine giden yolun daha en basindayken kendini Hak olanla mesgul etmek ve batildan uzaklaşmak icin yalniz kalmak istiyorlarsa ne yapmalılar?

    • YaslıTeyze , 27/01/2017

      Can Gox dinle evladım.
      Batılda Hak’tır evladım. hepimiz yolun başındayız, sen sonuna varmak istiyorsun. Son yok. Başlangıç var.

  • adam ol canumi ye , 26/01/2017

    Tehâfütü’l-Felâsife (filozofların tutarsızlığı )

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir