Künye: Yemen! Ah Yemen!, Mehmed Niyazi, Ötüken Neşriyat, Nisan 2013, İstanbul.
***
Çöl hayatı zalim ve sinsidir; zaten bu ikisi ikiz kardeştir. (Sf. 10)
Ne talihsiz bir millet, ne çileli bir nesiliz… Haçlı seferlerinin İslâmiyeti yeryüzünden kazımaması için atalarımız evlâtlarını hiç hesap yapmadan harcadılar. Karşılarında bir duvar gibi durduğumuzdan Hıristiyan âlemi bize düşman oldu. Kanlı mücadelemiz yüzyıllarca sürdü. Bu uğurda her şeyimizi tükettik; son dönemde ise durumumuz dayanılmaz derecede dramatikleşti. İçine sürüklendiğimiz gayya kuyusundan nasıl çıkacağımızı bilmezken, şimdi de din kardeşlerimizle boğuşuyoruz. Ah rabbim bize akıl ve feraset ver. (Sf. 37-38)
Geceyle ormanda bir şey uykuya dalmış, derin bir sessizlik hâkim olmuştu. Bu sessizlik insanı koynuna alınca, tabiî biraz gücü kalmışsa, ona neler düşündürüyor! Kişi ancak böyle zamanlarda kendisiyle baş başa kalabiliyor; değerini, değersizliğini işte o zaman anlıyor; vicdanın ne demek olduğunu idrak ediyor. (Sf. 47)
Dinimizde ve milletimizde bir eksiklik bulunsaydı, ardımızda çil çil medeniyetler bırakıp eski dünya kıtalarında kolan vurmazdık. (Sf. 62)
Çölde her izin bir anlamı vardır; hiçbir iz amaçsız bırakılmaz. (Sf. 76)
Acizliğin ne menem bir şey olduğunu Mülazım Celâleddin de yaşıyordu. Böyle zor zamanlarda insan adeta ümit makinesine döner, devamlı icat ederdi. Başka türlü bu şartlara katlanılır, vakit geçirilebilir miydi? (Sf. 96)
Sanki zamanın nabzı durmuş, bir türlü ilerlemiyordu. (Sf. 101)
Vapura binerken bir ihtiyar, “Her yere giden gelir, hatta Moskof’a giden bile gelir, ama Yemen’e giden gelmez” diyerek ağlıyordu. (Sf. 127)
Herkes için paha biçilmez bir değer olan akıl, onlar için bir felâketti. Çıldırmaları en büyük nimetti; fakat kaderleri onlardan bunu da esirgiyor, sonlarının nasıl olacağını onlara gösteriyordu. Kim kiminle kara toprağa girecekti! (Sf. 161)
Şehit nişanlısı olmanın gururunu haykırmak istiyorum. Toprağımızın kızları için bundan daha sevindirici ne olabilir! Bu yüksek duygularla fani âleme veda etmek mutlulukların en yücesidir. (Sf. 165)
Yemen ve ölüm, bu iki kelimeden daha çok birbirini çağrıştıran hayatımızda başka ne var? Bir yakınının Yemen’de bulunması, insanın elemli olmasına zaten yetiyor. (Sf. 202)
Savaşla beraber doğduk; savaşla beraber ihtiyarladık. Korkarım ki savaşı miras aldığımız gibi, çocuklarımıza miras bırakacağız. (Sf. 211)
Her şeye ad takıyoruz; fakat hiçbir şeyin aslını öğrenemiyoruz. Maddenin evrelerini gözlemliyor, ondan her bakımdan faydalanıyoruz; ama hiçbir zaman künhüne vâkıf olamayacağız. (Sf. 237)
Ah zalim hayat, çocukluğumuzun temizliğinden bizde bir şey bırakmadın! Öldürmek veya öldürülmeyi kaderimiz haline getirdin!… (Sf. 244)
Seni öldürmeye gelen Ömer sende dirildi; şimdi binlerce Ömer seni öldürmeye geliyor; mucizeni tekrar göster ya Habiballah, yerler ve gökler mühürlenmemiştir inşallah… (Sf. 283)
Dibine düştüğü ariş tutuşunca, o da yanıp kül oldu. Ama kayıplar listesine geçirilerek, künyesi eve gönderilecekti. Anneciğinin yüreğinde alevlenen yangını ne söndürecekti!… Hiç değilse kanlı gömleğini görebilseydi… (Sf. 343)
Bir taraf “Sahibi Zuhur, Mehdi Resul”, diğer taraf ise “Allah Yansuru Âli Osman” diye bağırıyordu. (Sf. 348)
Bir milletin ölüsü, bir toprağı vatan yapmaya yetseydi Yemen’in Türk vatanı olduğundan kim şüphe edebilirdi? (Sf. 362)
1 Yorum