Osmanlı’nın Sosyo-Kültürel ve İktisadi Yapısı

Son zamanlarda siyasi tarih ile ilgili konulardan bunaldık. Artık dillerden düşürmediğimiz kadim geçmişimizin kültürel ve iktisadi yapısını da merak eder olduk. En azından benim için böyle. “Çağımızın gerekliliklerini o dönemde neler karşılamaktaydı, özellikleri nelerdi?” gibi ilgi uyandıran sorular soruyorum mesela. İstanbul’un fethinin detayları artık eskisi kadar ilgimi çekmiyor. Okudukça hep aynı bilgilerle karşılaşıyorum. Ama İstanbul’daki bir berberin nasıl hayatını sürdürdüğünü merak ediyorum? Mesela Osmanlı’da günümüzdeki Cafe/Restaurantların alternatifi neydi? Kot pantolonun olmadığı o günlerde insanlar ne giyerlerdi? Sıvı sabun ve kepeğe karşılı etkili şampuanların yokluğunda insanlar temizliğini nasıl sağlardı? İnsan, sorularının peşinden gidince, daha önce aynı soruları sormuş ve cevapları da bulmuş kişilerle bir şekilde tanışıyor: Prof. Dr. Mübahat S. Kütükoğlu. Eserinin adı da Osmanlı’nın Sosyo-Kültürel ve İktisadi Yapısı.

***

Mübahat S. Kütükoğlu hocanın hazırlamış olduğu eser, sosyal olaylar, adetler ve merasimler, sosyal mekânlar, giyim, temizlik ve sağlık gibi bölümlerle Osmanlı toplumsal yapısına eğilirken, hazineler ve bütçeler, gelir kaynakları ve borçlar, madenler, para ve fiyat politikaları, ticaret, ulaştırma ve posta hizmetleri, sanayi bölümleriyle devletin iktisadi yapısına dair açıklayıcı ve de doyurucu bilgiler sunuyor.

Osmanlı’nın toplum yapısını ve bu toplumun yaşayış tarzını merak etmemek elde değil. Üç kıtaya hükmetmiş bir halkın günlük yaşantısını bilmek, günümüzü anlamlandırmak için de son derece önemli. Sonuçta insan geleneğiyle insandır.

***

Osmanlı insanın giyimi iç ve dış kıyafet olarak iki kısımdan müteşekkildi. İç kıyafet, ince ve kalın pamuktan, önden kapalı yahut açık, uzun ve kısa olarak değişen gömlekten ibaretti. Altta ise beli kemha veya bogası uçkurlu, mevsimine göre çuka yahut ipekli veya pamuklu bir kumaştan yapılan şalvar giyilirdi.

Dış giyim ise, uzun kollu, dar ve veya bol, işlemeli düğmeleri olan bir entariden oluşurdu. Belde ise ya bir kuşak yahut tokası gümüş kemerler kullanılırdı. Erkek ve kadın entarileri biçim olarak farklılık gösterebiliyordu. Ama özellik olarak aynı idi. İç ve dış kıyafet modellerinden yalnızca birini belirttiğimizi ve bunun yanında birçok kıyafet modelinin bulunduğunu söyleyelim. Bu kıyafet tarzlarının Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar süregeldiğini de hatırlatmakta fayda var.

Osmanlı toplumunda sofra adabı, saraydan haneye kadar tekdüzeliğini koruyabilmiştir. Sofra daima yere serilen peşkirlerin üzerinde bulunan sinilerde yenmiştir. Masa ve sandalye kullanılmamıştır. Peşkirler üzerlerine çekilir ve yemek kaşık ve elle yenirdi. Yemeğe büyük olanlar başlamadan başlanmazdı. Misafir olarak gidilen yemeklerde kadın ve erkek ayrı oturur, artan yemekler kaldırılmaz yiyecek olan bir başkasının önüne konurdu. Çorba ve hoşaf gibi sulu yiyecekler dışında kalan yiyecekler sofranın ortasında tek kapta sunulurdu. Yemek sonrası ise gücü yetenler misafirlerine, zahmette bulunup ikramlarını geri çevirmedikleri için diş kirası öderlerdi.

Kitabın içeriğine dair fikir sahibi olabilmek için özet olarak iki örnek verdim. Osmanlı toplumunun sosyo-kültürel ve iktisadi yapısına göz atmak isterseniz Türk Tarih Kurumu yayınlarından çıkan Mübahat Kütükoğlu’nun, Osmanlı’nın Sosyo-Kültürel ve İktisadi Yapısı isimli bu eseri başucu kitaplarınız arasına girecektir.

İbrahim Orhun Kaplan

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Telaffuz , 07/05/2019

    Diş kirası…
    İnsanlık her dönemde aynı değil mi bir türlü anlayamıyorum.
    Şu çağda evine gelen yoksula “diş kirası” (kelimenin inceliği yüreğimizi hoplatmalıdır.) ödemek şöyle dursun; biz, evet evet biz bu kelamın altında ezilmek isteyenler:
    Evimizde, yüreğimizde yabancı bir yoksul gördük mü.
    Tamam, yabancı da olmasın, yoksul?
    Ya-Rab bizi mübarek Ramazan hürmetine bağışla.
    -nimetine erdirdiklerinin yoluna…-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir