Ahmed Hamdi Akseki “Askere Din Kitabı” isimli eserinde bir özeleştiri yapar ve şöyle der: “Benim neslimin büyük günahı tarihini bilmemek, tarihine inanmamak ve bilhassa tarihinde kendinden bir şey devam ettiğine inanmamaktı. Gördüğümüz fecî terbiyenin tesiri altında tarih’i bir mezar ve bütün vekayii (olayları) birer ceset gibi düşünüyorduk.” Sanıyorum, bu düşünceden payını en çok 2. Abdülhamid Han aldı. Etrafındakiler tarafından ağza alınmayacak iftiralara uğrayan, Ermeniler tarafından Kızıl Sultan ilan edilen, İttihat ve Terakkiciler eliyle hürriyet düşmanı olarak sunulan, keyfi sansür uyguladığı ve denizciliğe düşman olduğu şayiaları çıkarılan Abdülhamid Han, en son olarak ise hal’ edilmiştir. Bugün baktığımızda ise Sultan’ın muazzam bir politika izleyerek dağılmak üzere olan Osmanlı Devletini 33 yıl ayakta tuttuğu gerçeği önümüzde durmaktadır. Zaten tahttan indirilmesinden itibaren devlet birçok cephede savaşa girmiş ve her geçen gün güç kaybederek toprak kaybetmeye başlamıştı. Bu sebeple Sultan’ın tahtan indirilmesi Osmanlı Devleti için bir kırılma noktasıdır. Batılılar tarafından Devlet-i aliyye üzerine oynanan büyük oyunun farkına varan ve bu sebeple son derece zeki bir politika izleyip Batılı devletleri birbirine vurdurtan Sultan’ı ne yazık ki yaşarken çok az kişi anladı. Öyle ki Mustafa Sabri Efendi, İskilipli Atıf Efendi, Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, Bediuzzaman Said Nursi, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Efendi, Said Halim Paşa gibi İslamcılar dahi Sultan Abdülhamid’e karşı olmuştu. Fakat tarih, Abdülhamid Han’a karşı çıkanların yanlışlarını ortaya çıkardı.
Burada mesele tarihin ideolojik okunması sorunudur. Olayları ve tarihi kişilikleri ideolojik okumak ve bir kavga aracı olarak kullanmak, tarihi olayların çarpıtılmasına sebebiyet verir. Gerçeklerin üstü tarihsel yorumlarla örtülür. Ne yazık ki, Abdülhamid Han da bu ideolojik okumadan payına düşeni alır.
Harabeye dönmüş bir devleti Avrupalı devletlere yedirmek istemeyen Abdülhamid Han’ın savaşa girmeyip altyapı çalışmalarına ağırlık vermesi tabii ki anlaşılamadı. Anadolu’da ve Balkanlar’daki Müslümanların çoğunlukta bulunduğu topraklara karşı bir saldırı olmadıkça savaşmama kararı çok yerinde bir karardı ama bunu anlamak ne yazık ki bu kadar kolay olmadı. Zaten Sultan hal’ edilir edilmez devlet savaş kararı aldı ve toprak kayıpları başladı. Sultan’ın etrafını çeviren ve yüksek makamları bir şekilde işgal paşa ve bürokratlar zamanla baskılarını arttırdılar. Bu paşalardan birisi Mithat Paşa’dır. Sultan, Mithat Paşa zoruyla Rus Harbine sokulmuştur. Rusların Yeşilköy’e kadar gelmesine sebep olan Mithat Paşa ise bu sebeple Sultan tarafından görevden alınmış ve sürülmüştür. Ama İngilizlerin desteğini alan paşa rahat durmamaktadır.
Abdülhamid Han deyince akla siyonizmin babası ve Dünya Siyonist Teşkilatı’nı kuran Thedor Herzl de gelir. Herzl, Yahudi sorununa, özellikle de antisemitizme çözüm için Filistin’de bir Yahudi devleti kurma amacındaydı ve bu sebeple Abdülhamid Han’ı ziyaret eder. Bu görüşmede Abdülhamid Han’a, Yahudilerin Filistin’de yurt kurmasına izin verilmesini buna karşılık da Avrupa’daki Yahudi bankerlerin Osmanlı’nın tüm dış borçlarını ödeyeceğini taahhüt eder. Sultan Abdülhamid hiç tereddüt etmeden “Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır” diyerek reddeder. İşte her şey burada başlar. Batılı devletlerin desteğini alan Herzl, elinden gelen her türlü fitne ve fesadı yapmaya başlar.
Tarihin ideolojik ve kasıtlı okunuşuna bir diğer örnek ise Abdülhamid Han’ın donanmayı Haliç’te çürüttüğü ve denizciliğe düşman olduğu iddialarıdır. Hâlbuki Abdülhamid Han, tahta olduğu dönemde gemiler satın alıyor, mevcut gemileri yeniletiyor, denizaltı gemisi icat edilir edilmez satın alıyordu. Yirmiden fazla yeni geminin inşa edilip devlet hizmetine alındığı ve eski gemilerden birçoğunun yenilendiğini kaynaklarda geçiyor. Bununla da kalınmayıp denizcilik ilmini öğrenmeleri için yüzlerce bahriye talebesi Avrupa’ya gönderiliyor.
Kısacası Sultan Abdülhamid Dönemi, kasıtlı olarak yanlış ve ideolojik okunmaya tabi tutulmuş ve böylelikle son derece yanlış tanıtılmıştır. Bütün bu meselelerle ilgili olarak Davut Bayraklı’nın yazdığı “Konuşan Tarih 3 – Abdülhamid Han’ı Konuşuyor” isimli eseri Sultan Abdülhamid Han ve dönemini birçok cephesiyle ele alarak üstü örtülmeye çalışılan gerçekleri sultanın hayatı, kişiliği, mücadelesi, dönemi gibi otuz üç başlık altında ve geniş bir yelpazede ele alarak açıklıyor.
Serdar Kocabaş
1 Yorum