Künye: Tebessüm ve Tefekkür, Dursun Gürlek, Kubbealtı Neşriyat, 8. Baskı 2017, İstanbul.
***
Diriler gibi, ölülere de selam vermek icap ettiği için, kabristanın kapısından içeri giren kimsenin ilk iş olarak mevtaları, “Esselamü aleyküm yâ ehli- kubur” diye selamlaması gerekiyor. (syf. 20)
Milli şairimiz Mithat Cemal Küntay da bir yazısında Mehmed Âkif, Kur’an şâiri, Cevdet Paşa ise Kur’an nâsiridir diyerek önemli bir teşhiste bulunuyor. (syf. 28)
Batı taklitçiliğinde, özentide, dil ve üslup zevksizliğinde o kadar ileri gittik ki, yüz yıllardan beri kullanılan ve ahengiyle, mûsıkisiyle kulaklarımızı okşayan “bey” , “efendi” , “paşa” , “hanım” kelimelerini kaldırdık, bay ve bayan demeye başladık. (syf. 36)
‘Bay’ gibi ‘bayan’ da insanı kahkahalarla güldürecek bir unvan taslağıdır. Bu kelime Moğollar’ın kullandıkları bir erkek adıdır. (syf. 38)
Unutmayalım, dinlemek, dinlenmektir. (syf. 42)
Yer, ev, yurt anlamına gelen “dâr” kelimesinin yanına daha başka kelimeler getirmek sûretiyle birçok kuruluşun ortaya çıktığını görüyoruz. (syf. 51)
İbnülemin Mahmud Kemal Bey, Sahaflar Çarşısı’nda Hulûsi Bey’in dükkanının önüne gelip de içerisinin sevmediği adamlarla, tartıştığı tarihçilerle dolu olduğunu görünce, “Burayı da Darü’n-Nedve’ye çevirdiler” diye söylenirmiş. (syf. 54)
Gelmiş geçmiş cömertler içinde Hatem-i Tai, bir numarayı teşkil ediyor. Tarihi eserler, menakıp kitapları onun cömertliğini anlata anlata bitiremiyorlar. (syf. 70)
Eski müellifler, anlattıkları konulara uygun bazı tuhaf ve ilgi çekici hikâyelere, fıkralara ve anekdotlara genellikle ‘’Garibe’’ başlığıyla kitaplarında yer veriyorlar. (syf. 75)
Ferezdak meşhur bir Arap şairidir. Tabiindendir. Kufe’de yaşamıştır. Ferezdak Arapça’da tandıra düşmüş kedi demektir. (syf. 78)
Merhum İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in dediği gibi, başkalarına saygı gösterenler, bizatihi kendileri saygıya ve hürmete layıktır. (syf. 84)
Bilindiği gibi, şerefli insan, bulunduğu makamı ve mekânı da güzelleştiren insandır. (syf. 85)
Büyük şairimiz Yahya Kemal’in ‘’İslam Cennetinin Yeşil Bahçesi’’ diye nitelendirdiği uhrevi belde Eyüp’ün diğer özelliklerini ve güzelliklerini yakından temaşa etmek istiyorsanız Aziz İstanbul’un leziz dünyasına girmeniz gerekiyor. (syf. 92)
Geciken borç da geciken adalet gibi insanı huzursuz eder. (syf. 102)
Büyük adamların aleyhinde konuşmayı alışkanlık haline getiren küçük adamlar, bu hareketleriyle daha da cüceleşir ve cüce adamlar, yüce zatları hiçbir zaman anlayamazlar. (syf. 107)
Cömertlik, ayıp bakırını kalaylayan ve süsleyen bir ciladır. (syf. 108)
İlim ve cömertlik, insani hasletlerin en iyisidir. Cimrilik ve cehalet, şeytani vesveselerin en fenasıdır. Cömert, dost-u Hüda; hasis, düşman-ı Kibriyadır. (syf. 108)
Büyük kitabiyat bilginimiz, Ali Emiri Efendi sevdiği ve hoşlandığı bir insanı tarif ederken ‘’Gül yaprağıdır nüsha-i Kur’an arasında’’ diyor, böyle orijinal bir cümleyle dostuna duyduğu muhabbeti dile getiriyor. (syf. 112)
Evliya Çelebi gibi, İbn-i Batuta gibi, İbn-i Fazlan gibi, Marko Polo gibi çok bilinen ve tanınan ünlü seyyahların yanı sıra az bilinen veya hiç hatırlanmayan gezginlerin varlığı da bir gerçek. (syf. 119)
Bazı müellifler, asıl söylemek istediklerini dipnotlarda, haşiyelerde ve zeyllerde dile getirirler. (syf. 120)
İlim lafzı üç harften ibarettir. İlk harfi olan ‘’ayn’’ zorluğa işarettir, anlamı zahmet ve meşakkat demektir. İkincisi, olan ‘’lam’’ lezzete işarettir, okuyup yazmak suretiyle hayattan zevk ve lezzet almak demektir. Üçüncüsü, olan ‘’mim’’ harfiyle ise mülke ve muhabbete işaret ediliyor. Yani insan ilim tahsil etmek suretiyle emellerine nail olur. (syf. 126)
İlim elde etmek için mum gibi erimek gerekir. (syf. 127)
Menzil-i maksuduna ulaşan adam rahata erdiği gibi, âlim de bildiklerini yaşamaya başlayınca huzura kavuşur. (syf. 130)
Gerçek dost, arkadaşının ayıbını gördüğü zaman ihtar eder, fakat ifşa etmez. (syf. 133)
Tanımadığın adamı övme. (syf. 133)
Siz siz olunuz suya süt, söze yalan karıştırmayınız! Hele hele kafamızı hiç karıştırmayınız. Kendinizle barışık olmayı istiyorsanız, karışık işlerden, karışık mekânlardan uzak durunuz. İşte o zaman kendinize yakın olursunuz. (syf. 136)
Kethüdazade Mehmet Arif Efendi, meşhur Menakıbname’sinde, Ezan-ı Muhammedi’deki ‘’Hayye alelsaleh’’ cümlesi müminler namaza davet etmek içindir. ‘’Hayye alel felah’’ sözü ise, kafirleri imana çağırmak içindir, diyerek bu hakikate işaret ediyor. (syf. 142)
Otuzlu, kırklı yıllarda bu ülkede korkunç bir kitap katliamı yaşandı. (syf. 162)
Dinlemekten yorulan insana padişah fermanı bile kar etmez. (syf. 167)
Öyle konuşmacı arkadaşlarımız var ki, kürsüye geçtikleri zaman adeta kendilerinden geçiyorlar. Mikrofonu kapar kapmaz söz ishaline tutuluyorlar. (syf. 168)
Kabul etmek gerekir ki, şehir kitapları kültür dünyamızın en önemli malzemelerinden birini teşkil ediyor. (syf. 172)
Bir ara Darülfünun’da, yani üniversitede edebiyat tarihi de okutan Faik Reşad Bey, lisan hatalarını, telaffuz yanlışlarını kat’iyen affetmiyordu. (syf. 186)
Hazreti Ali Efendimiz ne güzel söylemiş: ‘’Tatlı su başı kalabalık olur.’’ (syf. 194)
Mimar Sinan’ın şaheseri olan Süleymaniye Camiinin filpaye denilen dört muazzam sütunundan birinin İskenderiye’den, birinin Baalbek harabelerinden, diğerinin, Topkapı Sarayı’nın civarından, ötekinin de Fatih’te Kıztaşı Mahallesi’nden getirildiği biliniyor. (syf. 209)
Kendi şahsiyetini koruyamayan bir kimse, sözde saygı göstermek istiyormuş gibi, kendinden üstün biri konuşurken durmadan başını sallıyorsa işte buna kavuk sallama denir. (syf. 219)
Aktaran: Muhammed Furkan Kâhya