Yazarımız Şadiye Sare Kaplan, Güray Süngü’nün kitaplarından en sevdiği bölümleri Edebifikir okurları için derledi.
***
Bir şeyi inceden anladım. Yaşamak başka bir şeydi, yol almak başka bir şeydi. Bir yere varmak için yola çıktıysan, varana kadar yaşamıyordun. Öyle zannediyordun. Yaşamıyor gibi yaşıyordun, sanki yaşam varınca başlayacak gibi yapıyordun. Bunu sezdim, bunu hissettim, bunu anladım o güdük tır parkının kenarındaki restoranın kirli camından dışarıdaki tırlara bakarken. (Az Kalan Gölge)
Neden bana kalbini gösteriyorsun, orada bir şey yok ki, orası et, üstü kemik, üstü et, üstü deri, üstü çul çaputtan kıyafet demedim elbet.
Öğrendiydim yeminle, gençken daha, bir insan kalbini gösteriyorsa orada durmalı, eğilmeliydi.
Çünkü kalp çarpardı.
Her anlamda. (Sayıklar Bir Dilde)
Dünya bir tarlaydı, ekip biçecektik, sonra da gidecektik. Ekmedim, dikmedim ama toprağı çok eşeledim. Kuruydu toprak. Bırakmışlar, çünkü kavgaya dalmışlar. (Az Kalan Gölge)
– Hiçbir şey olmadı, hiçbir şey olmadı.
Serdar tarafından yazılmamış intihar mektubundan… (Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi)
İnsana bildiği kadarı yeter. Bildiği kadarını her şey sandığı için. (Pencereden)
Oysa belki de seni gitmek istediğin yere götürecek olan, başka birini gidemediği yere götürmendir. (İbrahim’in Kaybettiğini Bulmasıdır)
Yakup’u çağırmayan toparlak dünya beni mi çağıracaktı, elbet çağırmayacaktı. Zaten çağırmadı. (Sayıklar Bir Dilde)
Gitmeyecek olanlar, gidemeyecek olanlar bahsederdi gitmekten. Gidecek olanlar konuşmazlardı, yalnızca giderlerdi. (Kış Bahçesi)
Sevginin var olmadığı yerde tahammül daha da zor. Bana tahammül edebilir misiniz?
Ben size edebilirim.
Başka çarem olmadığı için edebilirim yanlış anlaşılmasın, tahammül edilebilir olduğunuzu göstermez bu. (Kış Bahçesi)
Sen bir çiçeksin, sen bir çiçek olduğun için kimse seni alkışlamayacak ama sen bir çiçek olduğun için bir çiçek olmanın sana yeteceğini bilmelisin. Çiçek olmak güzel bir şey. Güzel bir şeyin takdire ihtiyacı yoktur, güzellikten ötesi yoktur çünkü. Seninle konuşacağım. Çünkü seninle konuşmamışlar. (Az Kalan Gölge)
Sonunda bir fotoğrafçının yanına çırak olarak girince, önce hayatın kapı eşiğinde duruyorum gibi geldi bana. Karanlık odası olan bir işti ya, karanlık bir işti gözümde. Ama karanlığın ötesi gömgöktü, depdenizdi, apağaçtı çünkü karanlıkta beliriyordu fotoğrafı çekilen neyse o. (Az Kalan Gölge)
Annem dilsizdi. Çok güzel şarkı söylerdi. (Vicdan Sızlar)
İki taşın arasına çöküp kalmıştım.
Çimene bakmıştım
Çimenin biraz yeşili gözlerime bulaşınca gözlerim yanılmıştı.
Yanılınca acımıştı.
Acısından bilmiştim.
Acıdan bilinirdi.
İki taşın arasından sıyrılan çimen, başarmanın hazzı tükenince yalnızlıktan ölecek. (Sayıklar Bir Dilde)
Kaybolduğum yıllar boyunca ne yaptım ben? Bu sorunun basit bir cevabı var. Basit olduğu için hemen verilebilir ama hemen verilebilir olması nedeniyle hemen vermek istemiyorum. Hemen verilebilen cevaplar değerli cevaplar değilmiş gibi gelebilir. Cevabımı ziyan etmemek dahası cevabımı ziyan etmemeniz için araya biraz oyalanma girmem gerekiyor olabilir. Bu kadar oyalanmanın da kâfi geleceği aşikâr, o halde cevaba geçilebilir. Kaybolduğum yıllar boyunca yaşadım ben. (Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk)
Acısının sebebi hayata yenik düşecek ve unutulup gidecek ama içindeki ağıl acı hep kalacak orada, kalbinin tam ortasında ve yüzünde, en anlamlı bakışında. Bu yüzden belki meczup ya da hasta diyecekler ona. Acısı dinsin diye ilaçlar verecekler. Ama dinmeyecek acı. (Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi)
“Ya hatırlamak istemediğin için hatırlamıyorsan ve hatırlamamak için yani unutmak için çok çaba sarf ettiysen ve hatırlamadığın için aslında feraha ermen gerekirken hatırlamadığın için hatırlamamanın seni feraha erdirecek şey olduğunu da hatırlamadığından hatırlamak istediysen ve ben sana kendini hatırlatacak yolu gösterdiğimde sen o yoldan gidip de hatırlayınca aslında unutmak istediğin her şeyi sırtına bir yük gibi tekrar alıvermenin pişmanlığını duyuverirsen ama bir kez daha unutma şansın olmadığı için hayatının sonuna kadar bedbaht yaşamak zorunda kalırsan ne olacak?” dedi bunak dediğim ama aslında pek de bunak olmadığını anladığım ihtiyar kadın. (İnsanın Acayip Kısa Tarihi)
Mutsuzluk hastalığı dediği de aslında derdi bilmeyenin dertlenmesiydi yalnızca. Kaşı olanın kaşım var diye şükredeceğine kaşım yamuk diye kahretmesiydi bir bakıma. Buydu işte. (Vicdan Sızlar)
Kim olduğunuz konusunda sizin bir fikriniz yoksa sizin kim olduğunuzu kaçınılmaz olarak başkaları belirliyor. (Düş Kesiği)
Çöktüm dizlerimin üstüne pansiyon odasında. Dua ettim; Allah’ım bana onu unutturma. Allah’ım acıya, derde, kedere razıyım, bana aşkımı unutturma. Allah’ım yanmaya, paralanmaya, ufalanmaya razıyım, bana kendimi unutturma. Amin. (İnsanın Acayip Kısa Tarihi)
Beyaz, sabun kokulu, bir kenarında kırmızı bir çiçek, ama ne çiçeği bilmiyor. Böyle şeyleri bilmez pek kimse, resmini görseler tanırlar, ama böyle tanınmaz. Kendisi yapmış, kendisi işlemiş, elleriyle, elleri pamuk, elleri bir tutam kar, elleri beyaz. Mendilinde… deyip gerisini içinden bile geçirmeyip… (Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı)
Sıkıntı ilk an hemen geçme ihtimali olduğundan katlanılabilir haldedir. Geçici olmadığı fark edildiğinde çileye dönüşür. (Düş Kesiği)
Hiç karınca ezmemiştik bizi ezer diye korkarak vicdanımız. (Dördüncü Tekil Şahıs)
Nasılsın? Fakirim. Kendimden başka sahip olduğum hiçbir şeyim yok ve ona da istediğim gibi hükmedemiyorum. Öl dedim, ölmedi. (Dördüncü Tekil Şahıs)
Gizledim. Hiç söylemedim. Kırılmasın diye. İyi bir adamsın Mehmet, onların kafalarını kırdığını ev sahibene söylemiyorsun; kalbi kırılmasın diye. Lena’nın karanlıktaki yüzü aydınlandı. İnandı. İyi insanlar her şeye inanır. Ama aydınlık gölgeli. Şüphe insanı öldürür. (Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı)
Yürümekten nefret ederim. Biz her yere uçarak gideriz. Ama dünyada yapamam bunu, insan garip bir tür. Uçtuğumu görürlerse önce bana tapar, sonra da taşlayarak ya da yakarak öldürürler. Yürüyelim bakalım dedim. (İnsanın Acayip Kısa Tarihi)
Beklenen gün gelecekse çekilen acı saflıktır. Niye kutsal olsun? Nasıl olsa gelecek. Biliyorsun geleceğini, umudun var. Asıl hiç bir zaman gelmeyecek olan günü beklemek kutsaldır. Sabırla, nefretle, boğarcasına, boğulurcasına… (Dördüncü Tekil Şahıs)
Bir şeyin ne olduğunu başka bir şeyden hareketle anlatmak mümkün değildi. Her şey kendisiydi. (Büyük Irmaklardan Bile)
Ben kendimi bilmiyorum. Buna deli oluyorum bazen. İyi miyim ki ben? Kötü müyüm yoksa? İnsan bilir mi bunu, insan düşünür mü bunu? Çiçeğe bakınca çiçekleniyorum. Ama taş da çok. Her yer kaya. (Büyük Irmaklardan Bile)
Okul kalabalıktı. O hiçbir yerde yoktu. Bunca insan vardı da neden hiçbirisi o değildi. Anlaşılmaz bir şeydi. Yüzlerce, binlerce, milyonlarca insan varken etrafta, nasıl hiçbirisi o olamazdı? Her şey mi bana düşmanlık besliyordu. Çekildim bir köşeye ve çöktüm. Bekleyecek miyim, buna beklemek mi denir? Gelmeyeceğini bilerek, buna emin olarak, sadece umduğun için kendini bir şekle sokmak; bu ne kadar anlamlı. Ve anlamlılık üzerine neden bu denli kafa yoruyorum ben? (Deli Gömleği)
Hakikat tektir. Bin surete girer. Sen ufkuna uyanı görürsün de bildim dersin. Doğru diye bin şey vardır, hepsi de bir hakikate hizmet eder. Sen bin doğruyu da bilirsin, ama tek hakikati kaçırırsın. (İbrahim’in Kaybettiğini Bulmasıdır)
Derinlere kuytulara bak, dedi adam.
Benim derinim, kuytum yok, dedi İbrahim.
Olmasaydı burada olamazdın, derinin kuytun var ki buradasın, dedi adam. Dünya ayağına bağdır insanın.
İbrahim o an bir şey anlar gibi oldu.
Derinimde kuytumda ne var, dedi bu yüzden.
Derine bak, kuytuyu ara, ben ne bileyim, dedi adam bunun üzerine.
O hâlde bulayım da vereyim, dedi İbrahim gülerek.
Adam da güldü.
Bulursan veremezsin. Ki verilmez zaten, dedi. (İbrahim’in Kaybettiğini Bulmasıdır)
Bir filozof edasıyla yüzüme bakıyordu. Çünkü güzeldi, çok güzel. Çirkin olsaydı bir filozof edasıyla değil, aptal aptal bakıyor olacaktı suratıma, ama güzeldi ve bir filozof edasıyla bakıyordu. (Deli Gömleği)
Yoksa siz şu tek bacağı aksayan adam mısınız? Evet evet bazen bu bacağım aksıyor, daha kısa. Ama dikkat edilmesinden hoşlanmam. Mesela benim gözlerim çok güzeldir, mesela sadece gözlerim on adam eder, ama siz beni bacağımdan mı tanıdınız? (Pencereden)
Ne yapacaksınız parayı? Kefen alacağım. Öyle mi, ölüyor musunuz yoksa? Tabii ki, yoksa siz ölmediğinizi mi sanıyorsunuz? (Pencereden)
Uzağı göremiyorum. Yakında iyiyim. Ama yakında pek bir şey yok. Her şey uzakta.
O kıpırtıyı da o zaman gördüm. Uzakta. (Büyük Irmaklardan Bile)
1 Yorum