akıl defteri: “zor zamanda konuşmak”-1

 

islamiyetin büyük bir cemaat dini oluşunda ve çok sayıda insan tarafından benimsenmesinde bir monarkın, bir siyasî otoritenin belirleyici etkinliği yoktur. islâm yayılmasını müminlerin “küçük insanların” zaferleriyle gerçekleştirmiştir. [sy. 29]

bir insan soyut ve farazi bile olsa bir vatana sahip değilse o aklen malûldür. çünkü delilik kesin bir kayıtsızlıktır. bu yüzden aşırı ölçüde kayıt altına alınan insan bütün bu kayıtları reddederek delirebilir. [sy. 35]

… günümüzde sanatın faydası olsun isteniyor genellikle. bunu sanat önemli olduğu için değil, tam tersine sanatı önemsiz buldukları için istiyor birçokları. [sy.42]

düşmanına verecek bir şeyi olmayan kimse mutlaka kötü, haksız ve canice bir savaş yürütüyordur. [sy.45]

batılı düşünme biçimi yüzünden, güzelliğin kendisi ve güzelliğin sözü birbirinden kopartılabilmiştir. batı dünyası hayatındaki rezaleti düşüncesindeki şetaretle dengelemeye çalışmış hep. [sy.51]

içinde yaşadığımız medeniyet insanlık onurunun, insanın olumlu sayılabilecek bütün değerlerinin ayaklar altına alındığı, münasebetlerin mekanikleştiği, anlayış derinliğinin günden güne azaldığı, tabiatla olan münasebetlerin çarpıklaştığı, ihtirasların, nevrozların hastalıklı zihinlerin yayılmak, nüfuz etmek için çok geniş alanlar bulduğu, bir tarafta tatmin vasıtalarının azgınlık derecesine varmasına mukabil, aynı vasıtalara özlem çekenlerin mahrumiyetten kavruldukları her haysiyetli ve dürüst insanı bunaltacak, kuru, çorak bir medeniyettir. belki bütün medeniyetlerin duçar olduğu ruh çoraklığıdır bu. [sy. 75]

nükleer silâhlara bakalım: süper devletlerin elindeki bu kuvvetin ancak “haber” olarak değeri etkili olmaktadır. yani nükleer savaşı gördükten sonra ondan ders almak diye bir şey düşünemiyoruz. [sy. 97]

eskimoların bile çelik zıpkınlar kullandığı, siyah afrikalı köylülerin elinde danimarka malı çapaların bulunduğu zamanımızda batı medeniyeti dışında kalmak new york’ta ne kadar mümkünse çorum’da da o kadar mümkündür.[sy. 99]

önce kötü yaşadığımıza inandırdılar bizi. yoksul, işsiz, okulsuz, hastanesiz, yolsuz, elektriksiz yaşıyorsun ey zavallı insan diye seslendiler. inandık biz de berbat bir durumda olduğumuza. ver sorduk münadiye: ne yapalım? cevap verdi: daha iyi yaşamaya çalış! biz elimizden gelen hızla zengin, işli güçlü, okullu, hastaneli, yollu, elektrikli bir hayatı elde edebilmek için çalışmaya koyulduk. hiç sormadık: daha iyi bir hayatı ele geçirince ne olacak diye. sorsaydık, şöyle diyecekti: çok daha iyi bir hayatı kazanmaya çalış. sonra? daha fazla çok iyi hayata geç! zincir böyle sürüp gidecekti, gidiyor. “dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir.” (en’am, 32)  [sy.101]

biri bize kötü durumda olduğumuzu söylediğinde önce onun ne durumda olduğunu anlamak iyi olur. insan her zaman belli şartlar altındadır ve bu şartların “iyi” olarak vasıflandırıldığı dönemler pek nadirdir. [sy. 102]

yaşamak saçma ve anlamsız değildir, çünkü yaşamanın her adımı, her milimetresi ahirette karşılığı olan ve hayranlık verici zaman/mekân harikasıdır. [sy. 102]

modern endüstri ötesi toplumun iplerini ellerinde tutan çevrelerin, elektronik çağın hakim unsurlarının geniş halk yığınlarını bilgisiz, “cahil” bırakmaktan son derece korkacaklarını söyleyebiliriz. daha çok insan bilimin ve teknolojinin önemine inandırılmalı, daha çok insan aygıtların korunmasına, onların işletilmesi ve geliştirilmesi eylemine inandırılmalı, daha çok insan aygıtların korunmasına, onların işletilmesi geliştirilmesi eylemine katılmalı ki düzen işleyebilsin. [sy.105]

…dünyada olmalı, ama dünyadan olmamalı. [sy. 112]

tiyatrodan çıkmanın delirmekten başka yolu yok mu? var. tiyatrodan çıkmanın bir tek yolu var. o da “iman etmek”tir. iman etmek, varoluş güvenliğini allah’ta bulmak demektir. oluşunun teminatının allah’ta olduğuna emin olan insan soruların ve cevapların kuramsal ve kurgusal kayıtlar, sınırlar içinde bulunmadığını görebilir. tiyatroda olmak görmeye şartlanılmış bulunanı görmektir. oysa “olmak” görmenin manâsı içinde bulananı görmektir. [sy.117]

… müslümanların kendilerini bu sistem içinde en tercihe şayan alternatif olarak anlamaları ve dışa böyle görünmeye çabalamaları kadar inançlarına, fikriyatlarına ters düşen hiçbir husus yoktur. onların yapabilecekleri yalnızca sistemin dışında kalmaktan ibarettir. bu dışta kalma isteği öylesine potansiyel güçtür ki sistemin yürütücü ve savunucuları kendi sonlarının bu “karışamama” faaliyetiyle bağlantılı olduğunu iyi bilirler. [sy. 124]

at arabası ve dizel motorlu otomobil arasındaki fark bize bir evrimi, bir tekâmülü mü işaret eder, yoksa birbirinden çok farklı ve belki de kıyaslamasını yapmanın abes sayılacağı iki ayrı yapıyı, iki ayrı düşünme biçimini, iki ayrı yaşama yolunu mu ortaya koyar? [sy. 127]

eğer toplumu değiştirme konusunda batıl itikatlara yüz vermeyip doğrudan doğruya kendi sorumluluklarımıza dönebilmiş olsak, bugün plân ve program çerçevesinde gerçekleştirilmeye çalışılan birçok şey kendiliğinden ortaya çıkabilir. [sy. 130]

bir kültürde yoksulluğu artıran paylaşılacak şeylerin çokluğu, yoksulluğu şiddetlendiren ise paylaşmak isteyenlerin çokluğudur. üretim yoksulların sayısını artırır, eğitim yoksulluğun şiddetini. [sy. 134]

biraz düşünülünce belki keşfedilebilir ki bazı insanların açlığı gazlı fırınlar ve buzdolapları yüzünden, bazı insanların çıplaklığı dikiş makinaları ve çamaşır makinaları yüzündendir. [sy. 138]

 

aktaran: mehmet raşit küçükkürtül

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir