Künye: Acemi Yolcu, Rasim Özdenören, İz Yayıncılık, İstanbul, 2013.
***
Uyku ve uyanıklık, hayat ve ölüm, ölüm ve rüya, rüya ve hayat arasındaki alışveriş birbiriyle öyle yakın ilişki içinde bulunuyor olmalı ki, her yeni kuşak bu ilişkiyi yeniden keşfediyor ve ilk kez kendisi keşfediyor gibi bir duyguya kapılıyor. Ölüm mü gerçek hayattır, hayat mı rüyadır, rüya mı uyanıklıktır, uyanıklık mı ölümdür ve insan hangisinden kalkıp hangisine doğru yolculuğunu sürdürmektedir, kimi zaman anlaşılmaz hale geliyor. (Sayfa 17)
Çevredeki devasa fabrikalara, demiryolunun o milim şaşmayan düzgünlüğüne, çeliğin parıltısına, elektrik enerjisini kendine ram edişine bakarak böbürlenmeye yeltenen insanın gözü yukarılara kayıp da milyarlarca yıldızla döşenmiş göğü fark edince, içinde yaşadığı bu dünyanın kendi galaksisi içinde bir toz zerresi olduğunu ve ait olduğu galaksinin de galaksiler evreninde bir başka toz zerresinden ibaret bulunduğunu kavrıyor ve böbürlenme hevesini kursağında bırakmak zorunda kalıyor. (Sayfa 22)
Bir başına olmak, insanın hep kendisiyle, kendi öznesiyle örtüşmesi, onunla didişmesi demektir. (Sayfa 62)
Yargıç karşısındaki kişi samimiyetle: ‘’Her şey bir anda olupbitti yargıç bey’’ diyerek bir def’i ileri sürse ve kendisi, her şeyin gerçekte bir anda olup bittiğini sansa bile, o bir an, o kişinin bütün kişiliğini de içine alan ve o kişiliğin karar verme süreçlerinin sonucunda oluşmuş ve gerçekleşmiş olan bir andır; yoksa kendi geçmişinden yalıtılmış, tarihsiz bir an değildir. (Sayfa 74)
Geometrinin ‘’nokta’’sı nasıl ki, mekânın artık bölünemeyen son parçası olarak tahayyül ediliyorsa, ‘’an’’ da zamanın bölünemeyen, kendisinden sonra başka bir zaman aralığına yer bırakmayan zaman parçası olarak tahayyül edilir. (Sayfa 76)
Yürüyordum ve bir yandan da, Nietzsche’nin kafama takılan bir sorusuna cevap aramaya çalışıyordum. Şöyle bir soru ortaya atmıştı o:‘’Sınamalı insan kendini, bağımsızlığa mı yazgılı, boyun eğmeye mi?’’ Ve bir de tavsiyesi vardı: Bu işi de tam zamanında yapmalı, diyordu. (Sayfa 101)
Eğer insanın iradesini aşan ‘’keyfi bir özgürlük’’, bu iradenin üstüne basıp geçebiliyorsa, insanın irade ettiğini hiçleyerek kendi iradesini daim kılabiliyorsa, bu durumda insanın özgür iradesiyle işlediği eyleminin değeri nerde kalır? (Sayfa 105)
Bilgisiz olarak ulaşıldığı düşünülen hakikatin, hakikat olup olmadığı bile şaibeli olur diyebilirim. Bu durumda da, bilgi ve hakikat arayışının aynı yolculuğun iki farklı molası olduğunu düşünmekte ve öyle kabul etmekte bir sakınca olmaz. Ama yine de, bilginin ve her bilginin hakikat olmadığı kabulü esas alınmalıdır. (Sayfa 134)
Hakikat oradadır, dışarıdadır, yani gerçek dünyadadır. Gerçek dünya: İçinde yaşadığımız dünyanın dışındaki dünya! (Sayfa 140)
Sırrın içine girmek isteyenin, sırra nüfuz etmek isteyenin, sırrın anahtarını elinde bulunduranlara müracaat etmesinden başka açık bir kapının bulunması imkânsız görünüyor. (Sayfa 153)
Bir yolculukta değişmek istiyorsan kendini yanına alma! Başka bir ifadeyle söylersek, daha yolculuğun başında, eski benini bırak, terk et! (Sayfa 190)
Kul’un ‘’sen sensen, ben de benim’’ iddiasında bulunduğu noktada, onun sırla temas etmesi mümkün görünmemektedir. Çünkü o, henüz kendi ben’inin zırhıyla kuşatılmıştır ve o zırh onun hakikatle temasını önlemektedir. O zırh, aslında, kulun kendiyle temasına bile engel sayılmalıdır. Çünkü kendi hakikatiyle temas imkânı olmayan kulun, yaradanıyla ve onun sırrıyla temas kurması evleviyetle mümkün olmaz. (Sayfa 194)
Aktaran: Ahmet Seyfeli
1 Yorum