Tasavvuf tarihinin en önde gelen isimlerinden biri olan ve “Şeyhul Ekber” yani “en büyük şeyh” unvanıyla anılan İbn Arabî hazretlerinin hayatı seyahatlerle geçmiştir.
7 Ağustos 1165 tarihinde İspanya’nın Mürsiye (Sevilla) şehrinde doğan İbn Arabî’nin seyahatleri daha gençlik yıllarında başladı. Fas, Tunus, Mekke, Medine, Kuzey Afrika, Mısır, Kudüs, Bağdat, Musul, Sivas, Diyarbakır, Malatya, Konya, Halep ve Şam arasında yetmiş beş yıllık hayatını Hakk’ın tecellilerini okumak ve bunları yazmakla geçiren İbn Arabî üç yüzün üstünde şeyh ile görüştü ve onlardan faydalandı. Yüzlerce eser yazdı ve talebe yetiştirdi. Tasavvuf anlayışı ve görüşleri dünyanın neredeyse her yerine yayıldı. Doğumundan günümüze kadar görüşleri en çok konuşulan ve tartışılan âlimlerden biri oldu. Yazdığı eserler erken dönemlerden itibaren farklı dillere çevrildi ve kitaplarına çok sayıda şerhler yazıldı.
Şam’ın Siyasi Durumu
“Çokça secde et ve cemaatten ayrılma. Eğer gücün yetiyorsa Şam’da otur, çünkü Hazreti Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: Size Şam’a yerleşmeyi tavsiye ederim. Çünkü orası Allah’ın arzının en hayırlı bölgesidir. Kulların hayırlıları da oraya yönelirler.” diyen İbn Arabî 1223 yılında Şam’a yerleşmiş ve ömrünün son on yedi yılını burada geçirmiştir.
İbn Arabî Şam’a yerleştiğinde, Eyyübî Emiri Muazzam hükümranlığının beşinci senesindeydi. Şam halkı Sultan Adil’in oğlu Muazzam’ın yönetiminden memnundu. Gösterişten uzak duran Emir’in cana yakın üslubu halkın sevgisine mazhar olmuştu. Emir Muazzam, hükümranlığı süresince kardeşleri Kamil ve Eşref’le sorunlu bir ilişki içindeydi. Kamil Mısır’a hükmederken Eşref ise Cezire’ye hükmetmekte idi. Kamil Şam’ı almak için çeşitli ittifaklar kurmakla meşgulken, Muazzam 1227 yılında vefat edince Şam’da siyasi bir kargaşa başladı. Muazzam’ın oğlu Nasır, babasının tahtına oturmak için amcası Eşref’ten yardım istemiş ama Eşref kardeşi Kamil’e destek olmuştu. 1229 yılında Eşref ve Kamil’in orduları Şam’ı muhasara altına aldılar. Bu arada Kamil, Kudüs’ü siyasi sebeplerle anlaştığı Roma İmparatoru II. Friedrich’e teslim etmişti. Bu durum Müslümanları ve bilhassa Şam halkını son derece üzmüş ve öfkelendirmiştir. İki ay süren kuşatma sonucunda Nasır anlaşmaya razı olur ve şehri amcalarına bırakır. İbnü’l Arabî ise bu sırada ilim faaliyetlerine devam etmekteydi.
İbn Arabî’nin Şam Yılları
İbn Arabî’nin Şam yılları ilim ve irfanla geçmiştir. Şam’da kaldığı müddetçe günlerini ibadet etmek, kitap yazmak, talebelerine kitaplarını okutmak, hadis âlimlerinin derslerine katılmak, velileri ziyaret etmek, arkadaşlarına mektup yazmak ve onların sordukları sorulara cevap yazmakla geçirmiştir. Ara ara Halep’teki evine gidip oradaki müritlerine ders vermeyi ve âlimleri ziyaret etmeyi de ihmal etmez.
İbn Arabî, Şam’da nesiller boyu kadılık yapan Benu Zeki ailesinin tahsis ettiği evde ikamet eder. Kadı İbn Zeki’nin evinde kaldığı müddetçe ilim meclisleri tertip eder. Başta Sadreddin Konevî, İbn Sevdekin ve İbn Arabî’nin oğlu olmak üzere yaklaşık 150 kişiyi bulan kitap okuma meclisleri sürekli olarak yapılır. Başta Sadreddin Konevî, İbn Sevdekin ve kendi oğlu olmak üzere yaklaşık 150 kişiyi bulan ve sürekli toplanan kitap okuma meclislerine devlet ricalinden, Şam âlim ve kadılardan birçok kişi katılırdı. Bu mecliste başta Şamlılar olmak üzere İslam dünyasının çeşitli yerlerinden pek çok kişi katılıyordu. İbn Sevdekin; İbn Arabî’nin bu meclislerdeki kendisine yaptığı bir nasihatini şöyle aktarır: “Uyanık ol ve yine uyanık ol. Allah’tan başkasıyla meşgul olmaktan kaçın ki Allah’ın vechini görebilesin. Bu senin için hile ve tuzaktır. Allah’tan başka her şeye karşı tetikte ol. Bu hali doğru anla ve kendini sadece O’na ada. Şayet seni bir şey ile karşılaştırırsa, orada O’nu gör, oradan O’nu al. O şey ile meşgul olup da böylece O’ndan gafil olma.”
Fusûs, Fütûhat ve Diğerleri
1229 yılında Şam’daki karışıklıkların bitmesi akabinde Sadreddin Konevî, şeyhi İbn Arabî’den okuduğu kitaplardan icazet almıştır. Şeyhin üvey evladı olan Konevî, şeyh vefat edinceye kadar yanında kalmış ondan ilim ve irfan almış olup İbn Arabî’nin en büyük varisidir. Aynı yılın Aralık ayında İbn Arabî bir rüya görür. Hazreti Âdem’den Hazreti Muhammed’e (s.a.v) kadar yirmi yedi peygamberin zatındaki hikmetleri anlattığı ve baş eseri kabul edilen Fusûsu’l Hikem kitabının önsüzünde bu rüyayı şöyle anlatır: “Şam’da 627 yılının Muharrem ayının son on gecesinden birinde bir rüyada Rasulullah’ı (a.s.) gördüm, elinde bir kitap vardı. Bana: Bu Fusûsu’l Hikem kitabıdır. Onu al ve insanlara ilet ki ondan yararlansınlar, diye emretti. Ben de Allah’a, Rasulüne ve içinizden olan yöneticilere itaat ederiz, dedim. Niyetimi halis kıldım. Herhangi bir ekleme ya da çıkarma yapmadan Allah Rasulunun belirttiği şekilde kitabı insanlara ulaştırmak için gayemi arındırdım.”
Daha sonra İbn Arabî en önemli eserlerinden olan Fütûhat-ı Mekkiye’yi gözden geçirmeye ve yenide yazmaya koyulur. 1231 yılında Fütûhat-ı Mekkiye’nin ilk yazımını bitirir. Vefatından bir-iki yıl önce ise ilaveler ve düzeltmelerle Fütûhat-ı Mekkiye’yi kendi eliyle ikinci kez kaleme alır ve kitabına son şeklini verir. İbn Arabî’nin kitaplarının ana özelliği imla-i ilahi olmasıdır. Yani Hak tarafından kendisine ilham edilmesi sonucu yazılmıştır. Bu durum tasavvufta ilham, keşf, varidat, müşâhede ve fetih gibi kavramlara karşılık gelmektedir. İbn Arabî kitaplarını yazma meselesini şöyle anlatmaktadır: “Yazdığım eserlerin hiç birinde başka müellifler gibi telif maksadı gütmedim. Ancak, onlar bana Hak’tan akılları yakan bir gelişle geldi. Ben de onları mümkün olduğu kadar yazmaya çalıştım. Böylece, istemeden eser yazma yoluna girmiş oldum. Onlardan bir kısmını uyku yahut mukâşefe halinde Hak Teâlâ’nın bana yönelttiği ilahi bir emirle yazdım.” İbn Arabî eserlerinin ana konusu varlıktır. Mutlak varlık Allah’tır ve diğer varlıklar ise Allah’ın varlığına nazaran gölge hükmündedir.
Son Yıllar
İbn Arabî hayatının son yıllarını bu şekilde yani kitap yazarak, meclislerine katılanlara kitaplarını okuyarak ve ibadet ederek geçirir. Dağınık haldeki şiirlerini bir Divan’da toplar. Birçok risale yazar. Miladi takvimle 9 Kasım 1240 yılında, yetmiş beş yaşındayken, Cuma gecesi dilinden “Allah… Allah… Allah…” zikri dökülürken ruhunu teslim eder. Evinde vefat ettiği Kadı İbn Zeki, Muhaddis İbn Nahhas ve İbn Abdülhalık şeyhin cenazesini yıkar. Cenaze namazı son derece kalabalıktır. İbn Arabî, namazın ardından Zekioğullarının Kâsiyyun Dağı eteğinde Salihiye köyündeki mezarlığa defnedilir. Vefat ettiği tarihten itibaren İbn Arabî’nin kabri bir ziyaretgâh haline gelir.
Şam’da nesilden nesile aktarılarak bize kadar ulaşmış uydurma bir hikâye vardır. Bu hikâyeye göre İbn Arabî zengin tüccarlardan birinin evinin önünden geçerken tüccar ve arkadaşları -ki arkadaşları fakihtir- İbn Arabî’nin gelip kendilerine ilahi sırlardan bahsetmesini talep ederler. Bu durum karşısında İbn Arabî bir müddet sustuktan sonra “Sizin taptıklarınız benim ayağımın altındadır!” der. Bu söz üzerine orada bulunanlar şeyh saldırır ve onu küfürle itham ederler. İbn Arabî ise almış olduğu yaralar sebebiyle bir zaman sonra vefat eder. Daha sonra bir vesileyle İbn Arabî’nin ayağının bastığı yer kazıldığında toprağın içinde altın bulunur ve İbn Arabî’nin ne demek istediği ortaya çıkar. Halkın dilinde çokça anlatılan bu hikâyenin hiç bir gerçekliği yoktur yani uydurmadır.
İbn Arabî’nin kabri sonraki yıllarda Şam’da tasavvuf karşıtı akımların çalışmaları sebebiyle bakımsız kalarak unutulur. Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin rivayetine göre İbn Arabî kabrinin harap olacağını ve daha sonra Yavuz Sultan Selim tarafından bulunup tamir edileceğini “Sîn (Selim) Şîn’e (Şam) girince Muhyiddin’in kabri ortaya çıkar” ifadesiyle vefat etmeden önce bildirmiştir. Mısır seferi dönüşünde Şam’a uğrayan Yavuz Sultan Selim, Şam ilk girdiğinde İbn Arabî’nin kabrini buldurmuş ve üzerine bir türbe yanına ise cami ve dergâh yaptırmıştır.
Hemen hemen tüm İslamî ilimlerde söz söyleyen İbn Arabî’nin (k.s.) eserlerinin sayısı hakkında farklı rakamlar zikredilmektedir. Bir araştırmaya göre 550 civarında kitap yazmış ve bu eserlerin 245’i ancak günümüze kadar gelebilmiştir. İlahi hakikatleri anlattığı eserlerindeki görüşleri ve hayatı etrafında araştırmacılar tarafından oluşturulmuş çok geniş bir literatür bulunmaktadır. Daha hayattayken yazdıkları sebebiyle ilgileri üstüne çeken ve görüşleri tartışılan İbn Arabî hakkında günümüzde de aynı tartışmalar devam etmekte ve bu literatür büyümesini sürdürmektedir.
İbn Arabî’nin Şam’a Etkileri
İbn Arabî, Şam’da çok sevilen ve hürmet gösterilen biriydi. Kadı İbn Zeki’nin evinde kalıyor ve derslerine toplumun her kesiminden kişiler katılıyordu. İbn Arabî; Sadreddin Konevî’nin yanısıra Şam Emiri’ne de eserlerini rivayet etmesi için icazet vermişti. Devlet ricalinden ve Şam âlim ve kadılardan birçok kişi de İbn Arabî’nin ders halkasına katılıyordu. Kısacası Şam’ın seçkin ve herkes tarafından saygı gören eşrafı İbn Arabî’nin ders halkasına dâhildi. Osmanlı’nın manevi mimarlarından Şeyh Edebali’de Şam’da öğrenciyken İbn Arabî’nin meclislerine katılarak müridi olmuştu.
İbn Arabî’nin tasavvuf anlayışı kendisinden sonra müritleri Sadreddin Konevî, İbn Sevdekîn ve Afîfüddin et-Tilimsânî tarafından yayılmıştır. Sadreddin Konevî, şeyhin kitaplarını ilk şerh eden kişidir. Aynı zamanda şeyh tarafından hırka giydirilen manevi evladı olup onun irşadını devam ettirmiştir.
İbn Arabî yirmi yaşındayken tasavvufa girer ve kendisine yaşayacağı bütün makamlar gösterilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sayısı üç yüzü aşan birçok şeyhten feyz almıştır. Tasavvufa yeni bir bakış açısı getirmiş ve kendisinden sonra tasavvuf; İbn Arabî’den önce ve sonra diye ifadelerle anılmıştır. Başta Şam’daki irfan okulları olmak üzere hemen hemen bütün irfan okullarını etkilemiş ve görüşlerinden faydalanılmıştır. Vücud ve vahdet anlayışının etkilemediği tarikat yoktur. İbn Arabî’nin vefatından sonra dersleri Sadreddin Konevî devam ettirmiş ve daha sonra kendisi Konya’ya göçmüştür. İbn Sevdekîn’in ise 1248 yılında Halep’te vefat etmesi üzerine İbn Arabî’nin müritleri Anadolu’ya kaymış ve Anadolu toprakları Ekberî nefesle arınmıştır. İbn Arabî’nin görüşlerinin Anadolu’da yayılmasına, Hülagu idaresindeki Moğolların Bağdat’ı aldıktan sonra Halep ve Şam’ı da almaları etkili olmuştur.
Sulhi Ceylan