Otobüse binmek için durakta bekliyordum. Bir hayli zaman geçmesine rağmen otobüs bir türlü gelmemişti. Durakta bekleyenlerin sabırsızlığını fark etmek pek de güç olmadı. Oflamalar, yakınmalar, küfürler, serzenişler, mırıldanmalar, sigaraları körüklemeler… Tam bir sinir harbi yaşanıyordu durakta. Sucu bile bu gerginliği fark etmişti ki, sesini çıkarmadan geçip gitti durağın önünden.
Durağa tam bir Yunan Devleti belirsizliği çökmüşken, üç yaşlarında bir çocuk annesiyle beraber bize katıldı. Çocuğun elinde güzel bir balon, yüzünde de sevimli bir ifade vardı. Duraktakilerin de dikkatini çekmişti çocuk. Otobüs gelene kadar durağı oyalar diye düşünürken, birden bir şeyler mırıldanıp ağlamaya başladı. Annesi hemen olaya müdahale etmeye çalışarak sorunu anlamaya çalıştı ama nafile. Çocuk susmak bilmiyordu.
Bir müddet sonra çocuğun ağlaması doruk noktaya ulaştı. Zira burnundan fena halde sümük akmaya başlamıştı. Annesi cebinden peçete çıkardı, çocuğun önünde eğildi, “Sümkür bakayım.” Çocuk direnç göstererek burnunun silinmesine izin vermedi. Anne hışımla çocuğun kafasını tuttu, zorla burnunu sildi. “Oğlum ne istiyorsun söylesene, neden ağlıyorsun.” Çocuk daha da kahırlı ağlamaya başladı. Ellerini yumuk yumuk yapıp gözyaşlarını silmeye çalıştı. Bir şeyler anlatmak istiyordu fakat kurmaya çalıştığı cümleler hıçkırıklarının arasında yok oluyordu. Anne bu durumdan iyice bezmiş göründü. Duraktaki insanların tamamının gözlerinin kendilerinin üzerinde gezindiğini fark etmiş olmalıydı. Zaten yaşlı kadınların çoğu aralarında fısıldamaya başlamışlardı bile. Muhakkak kadının annelik becerileri üzerine dedikodu ediyorlardı. Tam da o anda çocuk birden elindeki balonu bırakıverdi. Çocuğa, anneye ve duraktaki herkese bir anda sessizlik çöktü ve gözler bir süreliğine, uzaklaşıp giden balonu takip etti. Dananın kuyruğundan bahsedilir ya hani, o işte… Çocuk balona bakar, bakar, bakar. An an gözlerine yaş birikir. Ve bir çığlık koparır durağın orta yerinde, “Balonuuuummmm!!!”
Çocuk deli gibi ağlamaya başladı. Kuşlar ortalıktan dağıldı, miskin köpekler uykularından uyandı. Trafik sıkıştı, gökyüzü bulutlarla kaplandı. Annenin az önceki kederli, çaresiz bakışlarının yerini yavaş yavaş kin ve nefret duygusu alıyordu.
-Oğlum neden bıraktın balonunu?
-Balonuummm!!!
-Oğlum tamam, balonun madem neden bıraktın?
-Balonuuummm!!!
O kadar çok ağlıyordu ki, hâlâ attığı çığlıkları kulağımda hissedebiliyorum. Anne artık yılmış ve bezmişti. Bakışları tekrar naifleşmişti kadının.
-Tamam, yeni balon alırım sana ağlama.
-Balonuuummmm!!!
-O balondan mı istiyorsun yine?
-Balonuuummmm!!!
-Tamam, o balondan alırız oğlum ağlama lütfen artık mahvoldun bak. Herkes bize bakıyor hem.
-Balonuuummm!!!
-Bak susmazsan yeni balon almam.
-Balonuuummm!!!
-Almam dedim bak?
-Balonuummm!!!
Kadın etrafına baktı. Yaşlı kadınların fısıldamaları devam ediyordu. Bu bakışlardan ve fısıldamalardan rahatsız olduğu besbelliydi. Her kadın bu tür durumlardan rahatsız olurdu çünkü. O bakışların “Sen ne biçim anasın!” bakışları olduğunu her kadın bilirdi.
Kadın tekrar çocuğuna döndü, kucağına aldı ve şunları söyledi: “Tamam ağlama hadi, balonun bizden önce gitti eve. Bizi bekliyor.” Yalan söylediği gayet açıktı. Fakat çocuk yatıştı. Ne diyebiliriz ki?