Başlangıç cümlesini noktaladı. Bu, öyküdeki tek noktaydı. Allah şahit ya, öncesinde başka bir öykü yazmıştı. Birinci tekil şahısla başlayan berbat bir şimdiki zaman öyküsüydü. Kahrolası, ne iflah olmaz bir öyküydü. Savaş veriyordu onunla. Şahit olduğu her şey, zihin dünyasında debelenen her bir ayrıntı, klavyenin ucunda birer kelime olmak için canını ortaya koymuştu.
Ya neydi? Birinci tekil şahsın kanına dokunuyordu bu. Üslubuna bir türlü hâkim olamıyordu. Ardında bıraktığı hiçbir kelimeye dönüp bir daha bakmıyor, giderek edebi olmayan bir anlatıya dönüşüyordu. Kelimelerin alnına silah doğrultabiliyorken, edebi olmak kimin umurunda dedi birinci tekil şahıs. Bu, aşağılık bir imgeydi onun için. Zavallı bir imge! Silah bile utandı bu imgede patlamaktan. Sus, dedi. Klavyeden uzaklaştırdı parmaklarını. Dirseklerini masaya dayayıp, başını iki elinin arasında aldı. Şairler yazsın, dedi, kötü imgeleri yalnız onlar dize getirebilir! Başındaki şiddetli ağrı tekrar nüksediyordu. Kalp atışı hızlandı. İntihal, diye bağırdı bu kez. İntihal yapıyordu birinci tekil şahıs. Boynuna ip geçirdiği üç beş rütbeli kelimeyi kullanıyordu bunun için. Onları oynatıp duruyordu öyküde. Ne hissizleştiren detayları vardı, ne de özbilinçliliği. Kışkırtıcı şekilde bayağıydılar. Tam bir utanç kaynağı…
Ya neydi? Allah şahit ya, bin defa dağılsa da vazgeçmeyecekti yazmaktan. Doğruldu. Karşısındaki ekranı boynundan tuttu ve diğer yarısına yapıştırdı. Üçayaklı sandalyesini duvarın dibine iteledi. Derin bir nefes aldı. Ağzını fark etti. Çene kemiği ağrıyordu. Günlerdir gayriihtiyari sıktığı dişlerini bir kez daha gevşetti. Tek kanadı açık pencerenin karşısında durdu. Rüzgârın usulca dalgalandırdığı perdeyi izledi. Bu sefer olmazdı. Perdenin romantizmine kapılmayacaktı. Olduğu gibi sıyırdı perdeyi. Pencerenin kapalı olan kanadını açtı. İşte şimdi bahçeyi görebiliyordu. Gözlerini kapatıp, dinledi. Kuşların sesine kulak kabarttı. Rüzgârın konuşturduğu ağaçları duydu sonra. Sonra… Bir salâ daha okundu. Kelimelerini boğazına düğümledi. Gözlerini açtı ve bir müddet yanağından süzülen gözyaşlarının serinliğinde boğuldu. Vücudu kaynıyordu. Sözcüklerden destan yazıp, her bir evin posta kutusuna mıhlayabilmeyi istedi o an. Derin bir nefes daha aldı. Acemice ve kesik kesik bıraktı nefesini. Ne olurdu şimdi yanında olsaydı ustası. Kitaplarında değil de odasında yaşıyor olsaydı. Dertleşebilseydi onunla. Adı gibi biliyordu, engin bir öykü yazardı o. İsteyene hazineler sunar, inkâr edeni koca bir dalga olup yutardı kalemi. “Ah!”, dedi. Ustasının kitabını açtı. Tekrar hatmetti sayfaları. “Ah!”, dedi yine. Yüreği ferahlıyordu. Mahir olamadığına hicivler düzdü, karaladı kendini. Nasıl olmuştu da derbeder olmuştu öykünün sokaklarında. Ne çabuk unutmuştu kahramanlarını. Allah şahit ya, meydan meydan gezip tek tek anlatmak istiyordu onları. Daha fazla vakit kaybedemezdi, anlatmalıydı. Pencereyi arkasına aldı. İki büklüm bıraktığı bilgisayarını doğrulttu. Pencerenin hemen önündeki yere serili mindere bağdaş kurdu. Kalbini duyuyordu. Ritmi düzene girmişti. Devam etti yazmaya. Tek bir kahraman üzerinden yol aldırmalıydı öyküye. Öyle ya… Olay örgüsü o kahraman üzerinde şekillensin. Denedi. Olay örgüsüne aşırı bağlılık özgür kahramanlar yazılmasını engelliyordu. Öykünün kurallarına köle olmak istemiyordu. Korkmuyordu. Aç mı kalacaktı, varsın kalsındı. Ekmek kuyruğuna girmek isteyen, gitsin girsindi. Yazıktı onlara. Şaşkın gözleriyle öyküyü kanal kanal zaplarken, uyuşmuş ve gevşek şuurlarını ekmek bile doyuramazdı.
Ya neydi? Kahramanlar çoktan inmişti öykünün meydanına. Yekvücut olmuş direniyorlardı. Yazdı onları. İsimli isimsiz demeden, çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden yazdı. İşler tıkırında gitmiyordu öyküde, planlandığı gibi olmuyordu hiçbir şey. Kahramanlar sınır tanımıyordu. Zembilden boşalırcasına doluşuyorlardı öyküye. İnsan biraz olsun beklerdi. Üst anlatıyı anlayıp kavramadan, satır aralarında, ara sokaklarda dolaşmak da neyin nesiydi. Hani sürüyle etiketi olmuştu ya yıllarca. Önce bunların defaatle açıklanması gerekmez miydi? Herkese hatırlatılmalıydı. Öyküde yer alma niyetini, herkes bilmeliydi. Sonra ne derlerdi? Bir etiketi daha mı taşıyacaktı sırtında. Çok umurundaydı.
Ya neydi? Bunları düşünmedi öyküdeki hiçbir kahraman. Tutup da durduramadığı ayaklarının açıklamasını yapma gereği duymadı. Coşkunluktan, özlü sözlerden, insanlararasılıktan, geleneklerinden kopmuyordu. Görüyorsunuz ya; imanını iradesine katık yapmış, kuru laf kabul etmiyordu. Habire yürüyor, durmadan adımlıyorlardı. Hem, fildişi kulelerin insanlararasılıktan haberi mi vardı? Kene gibi dolaşan söylenceleri ne bilsinlerdi. Tarla saban dolaşmazlardı ki hiç. Aman karışmasınlardı öyküye; huysuz entelektüellikleriyle gelip, tüm izmleri meydanlara sürebilirlerdi. Böylesi daha iyiydi. Varsın kötü sanatlı bir öykü olsundu. Kışkırtıcı olsundu öykü. Onlar öyle sansınlardı. Öykünün durağanlığı, yıllardır hayıflandığı geçmişiydi. Ritmini de estetiğini de bu yıllarından alıyordu. Anlaşılmak istemiyordu, eleştiri kabul etmiyordu kahramanlar. Lamı cimi yoktu, kendileri yazacaktı öyküyü. Bitmeyecekti bu öykü. Kahramanlar öyküdeki boşlukları gönlünce doldurabilecekti. Felsefî cevaplar sunmayacaklardı. Doğru soruları sorma derdindeydiler. Burada sözün kime ait olduğu belli değildi. Tam bir serbest dolaylı anlatımı vardı öykünün. Öyküde yer almak isteyen, gözüne takılan sızıntıları kalemiyle tamir edebilirdi. Kimsenin buna itirazı yoktu. Ama bu defa, çizgili defterlere yazılmayacaktı öykü. Tek çizgisi ufuktu. Ayrımı yoktu. Didaktik olsundu. Kurgusu zayıf olsundu. Postmodern olmayı versindi. Kimin umurundaydı. Taşa da yazılabilirdi. Yazarken kanayan eller de olabilirdi. Yeter ki bitmesindi bu öykü. Başkalarının kalemine köle olmasındı bu kahramanlar. Zarif’çe söyleyelim; ne çok kahraman vardı bu öyküde! Öyküye sığmıyordu. Bırakın öyküyü yere göğe sığmıyordu. Koca bir yürekti yazılan bu öykü. Defalarca yaralansa da, dolaşıma kan pompalayan bir yürek. Allah şahit ya, durdurulamazdı. Kahramanlara yenik düşmüştü birinci tekil şahıs. Darbedar olmuştu. Daha neler yazılacaktı? Yadsınamazdı artık. Kolay mıydı bitirmek öyküyü? Bitirmedi. Başlangıç cümlesinden başka nokta koymadı öyküye. Olsa olsa güzel bir başlık hak ediyordu bu öykü. Onu da yine kahramanlar atmıştı.
Ya neydi?
Zehra Atalar
1 Yorum