Umut Dünyası

Sabah uyandığında yüzünü yıkayıp aynaya uzun uzun baktı. Suratı kendine küfredip beddualar yağdırıyordu sanki. Bir insan bu kadar mı umutsuz olabilirdi! Kendinden nefret ederek ailesinden birkaç kişiyi aradı. Telefonun ucundaki her ses hayatın çok güzel olduğunu vurguluyordu. Âh sesinin, yüzünün, gönlünün adresini bilmeyen neşe, âh o şirret duygu yok mu akrabalarının sesinde akrep oluyor onu sokuyordu. Diliyle “hoşça kal,” gönlüyle “neşesiz kal!” diyerek telefonu kapattı. Riyakârlığına bir kez daha söverek çalışma masasına geçti. Aklında hep o yazacağı kitap. “Ne değişecek ki, bir değil on kitap yazmış olsam ne değişecek, kimin umurunda olacak benim yazdıklarım? Okumak da yazmak da cehennemin dibine gitsin, istemiyorum.” diye söylenerek hafakanlarının voltajını yükseltirken, yazdığı derginin editöründen mesaj geldi: “Yeni sayı için yazını bir hafta içinde bekliyorum.” Mesajı okudu ama cevap vermeye tenezzül etmeden, “Yazmak hiçbir işe yaramıyor ne şimdiye ne geleceğe dair bir faydası yok, yazmıyorum” diyerek mırıltılı hezeyanlarını sürdürdü.

Akşama kadar hacıyatmazında hiçbir şey yapmadan sallandı durdu. Hava kararınca sokağa çıktı. Bir dilenci umut dilenmiş, evine dönüyordu. Bir karton toplayıcısı umut toplamaya devam ediyordu. Bir sarhoş, “Abi, bi lira” diyerek umudunu taze tutuyordu.

Kendisi de son bir umut olarak müdavimi olduğu sahafa gitti. Önce kapının önündeki sepette duran beş-on liralık kitapların içinden kendine uygun bir şey çıkar mı diye baktı, bazılarını eline alıp üstlerindeki toza aldırış etmeden sayfalarını karıştırdı, sonra geri bıraktı. Tam içeriye girip kitaplara bakacaktı ki, “Ne biçim bir herifsin, şunca yıl eline geçen paraların yarısından fazlasını kitaba verdin, okudun, yazdın kendinde ne değiştirebildin de yeni kitaplar almaya kalkışıyorsun” diye bağırdı içindeki kendi. “Haklısın, hatta kolilere doldurduğum kitapları da karton toplayıcı adama versem insanlık adına daha hayırlı bir iş yapmış olurum” diye cevap verdi içindeki kendine.

Kitapçıdan çıktı. Bir banka kıvrılıp yattı. Alnındaki bir damla ter yüzüne düşünce, uyandı. Bu kez güneşe sinirlendi, ona hiçbir şey yapamayacağını bildiği için daha da sinirlendi ve yolun gölge tarafından yürümek yerine, o da güneşe meydan okuyup yürüdü.

Yürürken açlığını hissetti. Kendisine mükellef bir kahvaltı ısmarlayabilirdi lâkin dün sabah aynada gördüğü yüze bunu lâyık görmedi. Bir sokak simitçisinden iki simit aldı. Cebinden iki yüz liralık banknotu çıkarıp verdi. Simitçiyle saniyenin onda biri kadar kısa bir göz göze geldi. Adam “La havle” çekip bir yüzlük, bir ellilik, iki yirmilik ve bir beşlik uzattı. Parayı alıp kolay gelsin bile demeden yürümeye devam etti.

Eve geldi. Masanın üzerine simitleri koyarken, “Bunları yiyeceğime demli birkaç çay ve sigara içip ölüme doğru gitmek daha iyiydi. Bir insanın yaşamı başkalarının yaşamına değmiyorsa, insan niye yaşar ki!” dedi. İçinden bir an intiharı da geçirdi. Ama ona dair bir bilgisi olmadığından olsa gerek “Kim uğraşacak şimdi” der gibi vazgeçti.

Saatini kolundan, anahtarını cüzdanı, telefonunu cebinden çıkarıp masaya koydu. Elbiselerini çıkarıp rahat bir şeyler giymeye yeltenecekti ki, simitçinin verdiği paralardan yüzlük olanı cüzdanından alıp karşısında duran kumbarasına attı, gelecekten umudu olmayan adam…

Ömer Ertürk

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • B. , 07/10/2021

    Umut fakirin ekmegidir, bayim. Diyabet hastasi degilseniz gunde 2 ogun umut, ruhunuzu fit yapacaktir. Ote yandan romantik umutlarin da hicbir ise yaramadigini bilmenizi, dogal umutlar beslemenizi oneririm.

    Cunku hayat umutsuzluga dusemeyecek kadar gercek. Akar suyun onune gecip “bu yol cikmaz sokak” diyemiyorsunuz. Kabullenip yola devam etmek, en buyuk umudumuz…

  • Green world , 05/10/2021

    O yüz lirayla bir garibanı sevindirse içindeki kasvet de giderdi. Meğer para biriktirme hevesiyle simit yemekten güçten /psikolojisi düşmüş sinsi şey :)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir