Düşünmenin Alfabesi

Künye: Düşünmenin Alfabesi, Yasin Ramazan, Babil Kitap, 1.Baskı, İstanbul, Eylül 2020.

***

1Düşünmek, en doğal insani yetilerimizden biri. Nefes almak, yemek yemek, yürümek kadar rahatlıkla, hatta bunlardan daha sık kullanırız düşünme yetimizi. O kadar sık kullanırız ki düşünmekle yaşamak eş anlamdadır. (s.13)

Düşünceler, kendi içyapılarına ve dış faktörlere bağlı olarak farklılaşır, çeşitlenir. Düşünce, içyapısı itibarıyla mesela tümevarımsal, tümdengelimsel, analitik veya sentetik olabilirken, dış faktörlere dayalı olarak mesela karışık, basit, sabit, değişken, geniş veya dar olabilir. (s.15)

Varsayımlarmızla, gerçekliği öngörür ve yaşamı devam ettiririz. Güçlü varsayımlarımız, inanç formunda dile dökülerek paylaşılır. İnançlarımıza yeterli ve kapsamlı dayanaklar sunabilirsek de bilgi elde ederiz. (s.18)

Hayatımızı inançlarla şekillendiririz. Kendimize, çevremize ve diğer insanlara dair inançlarımız, birbirlerini destekler nitelikte hayata bakışımızı, olayları ve nesneleri ele alışımızı, zamanı ve mekânı yorumlamamızı sağlar. İnanç ile varsayım arasındaki fark, varsayımın dil veya başka bir sembolle ifadeye ihtiyaç duymamasıdır. (s.18)

Dünyanın düz olduğuna tüm dünya inanıyorken, bu bir bilgi miydi mesela? Burada karıştırmamamız gereken nokta şu: Bilgiyi haklı çıkaran onun toplumsallığı değil, onu haklı çıkaran yöntemlerin toplumsallığıdır. (s.20)

Bazılarımız daha temkinli davranıp bir değil birkaç kişiden duymak, belki internetten birkaç makale okumak ister. Ancak her daim süreç, bir başkasının görüşünün doğru veya yanlış olduğuna kanaat getirmemizle sonuçlanır. (s.21)

Önyargı ise yeterince desteklenmemiş inanç demektir. Popüler kültürdeki algılanışının aksine, önyargılı olmak temel olarak iyidir. Bir konuda henüz dayanaksız da olsa kendinize ait bir inancınızın olduğunu gösterir. Bu da haklı çıkarım yapmayı mümkün kılacağı için rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Herhangi bir konuda önyargılı olmadan bilgi sahibi olmak sözkonusu değildir. Önyargılar haklı çıkarıma direndiğinde, yani haksız çıktığında veya yeterince haklı çıkmadığında olduğu gibi korunmaya devam ederse bağnazlık (sanrı) doğar. Bu da bilişsel değil, psikolojik bir durumdur. Kısacası önyargılar, önyargı olduklarını bildiğimiz sürece, öğrenme süreci için zararlı değil gereklidir. (s.22)

Felsefede rasyonellik, “olgulara dogmatik yaklaşmamayı” ifade ederken, bilimde rasyonellik, “olguları gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir olaylara indirgemeyi” gerektirir. (s.25)

İnanç oluşturma düzeyinde rasyonel olmak oldukça güçtür. Çünkü temel inançlarımızın önemli bir kısmı henüz kendi bilişsel süreçlerimizin çok farkında olmadığımız çocukluk döneminde oluşur. Ayrıca çoğu kez kendimizi iyi hissettirecek inançları -içeriği ne olursa olsun- diğer inançlara tercih etme eğilimindeyizdir o yüzden inançları oluşturma esnasında neye rasyonellik atfettiğimiz daha ziyade psikolojik sosyolojik ve kültürel açıdan incelenebilir. (s.26)

“Önümde bir bardak var” cümlesini bir kâğıda yazınız. Eğer gerçekten önünüzde bir bardak varsa yazdığınız cümle gerçekle örtüşüyor, önünüzde bir bardak yoksa cümle gerçekle örtüşmüyor demektir. Şimdi bir tarafta iddia içeren bir cümle, diğer tarafta o cümleden bağımsız, dış dünyada nesnelerin birbiriyle ilişkisine dair bir olgu var. Eğer iddianız ve olgu birbiriyle örtüşüyorsa iddianız doğru, örtüşmüyorsa iddianız yanlıştır. Burada iddianızı rasyonel yapan, onun doğru ya da yanlış olması değil, olguyla örtüşmenin gözetilmesidir. (s.29)

Peki, ne olur rasyonel olmazsak? Örneğin bağlı olduğumuz bir grubun görüşlerini örtüşme ve tutarlılık açısından değerlendirmeden kabul etsek ve karşılığında güvenlik hissi ve maddi refah edinsek ne olur? Aslında pek çok durumda böyle yaptığımızı kabul edebiliriz. Ancak şunu da kabul etmeliyiz: Bir doktorun tedavide böyle yapması durumunda sağlığınız, bir hâkimin yargılarken böyle yapması durumunda haklarınız, bir işverenin ödemeler sırasında böyle yapması durumunda ekonomik kazancınız, bir politikacının yönetimde böyle yapması durumunda özgürlüğünüz, bir öğretmenin eğitimde böyle yapması durumunda geleceğiniz tehlikeye girer. Bu yüzden, özel alanımızda rasyonel çıkarımlar yapmak veya rasyonel davranmak zorunda olmayabiliriz ama birbirimizi etkilediğimiz her alanda rasyonellik, bireysel ve toplumsal yaşamımızı olumlu anlamda düzenler; sadece düşünce değil, duygularımız açısından da bizi daha sakin limanlara ulaştırır. (s.35)

Tümevarım ve tümdengelim, dünyayı algılamanın iki şeklidir ve bu yöntemler rekabet içinde değildir. Aksine ikisinden sadece biriyle akıl yürütmemiz neredeyse imkânsız olduğundan bu iki yönteminin birbirini tamamladığını söylemek daha doğru olur. (s.38)

Dil, duygu ve düşüncelerin içinde yaşadığı, biçimlendiği ve onlarla da biçimlenen bir ev gibidir. Dile ait bazı biçimlerin tarihsel ve yaşayan tüm dillerde görülmesi, zihnimizin nasıl çalıştığını dil üzerinde anlama imkânına sahip olduğumuzun kanıtıdır. Yani dil, sadece duygu ve düşüncelerin aktarılmasını sağlayan basit bir kap değildir. Bu yaygın yanlış anlamanın başlıca kaynağı, bir soyutlama olan düşüncenin tekrar somutluğa aktarıldığı gerçekliğin dil olmasıdır. (s.41)

Bir konu veya nesneyle ilgili, farklı yönlerden pek çok inancımız değişik ifadelerle açığa çıkar. Mesela domatesin bir sebze olması, kırmızı olması, pahalı olması domates hakkında üç ayrı ifadedir. Bu ifadelerin birbirini tutup tutmadığını test etmek için kullandığımız zihni araca argüman diyoruz. (s.45)

İyi bir eleştirel düşünme, iyi bir analize dayanır. (s.46)

Eleştirel düşünmenin amacı, haklı gerekçelere dayalı olarak inanmak ve başkalarını yine haklı gerekçelere ikna etmektir. (s.51)

Öncüllerin doğru olması, geçerli bir argümanın sonucunun kesin olarak doğru olduğunu gösterir. Bu durumda eğer argüman kendimizinse sonuca haklı gerekçelerle inandığımızı, başkalarınınsa sonuca ikna olmak için haklı gerekçelerin olduğunu kabul ederiz. (s.59)

Mantığın bize garanti ettiği şey, öznel bile olsa, inançlarımızın ifadeye döküldüğünde rasyonellik taşımasıdır. Diyelim ki tümüyle hislerinize dayanarak bugünün dünyanın son günü olduğuna inanıyorsunuz. Yine hislerinize dayanarak yarının çok güzel olacağına inanamazsınız. Bu, tutarsızlık olur. Bu durumda inançlarınızdan en az biri gerçekle örtüşmüyor demektir. Rasyonel olmak demek, inançlarımızın tek tek ve bir bütün halinde gerçeklerle örtüşüp örtüşmediğini önemsemek demektir. (s.60)

Bilimsel düşünme aslında olasılıklarla düşünmedir, kesin sonuçlara ulaşmayı hedeflemez. Zira ölçülebilir gerçeklik, her durumda belli bir yöntemle ve sayılı örneklem üzerinde gözlem ve ölçüm yapmanın kısıtlamalarına göre şekillenir. Bu kısıtlamalar bir yandan üzerinde fikir yürütebileceğimiz bir zemin sağlarken diğer yandan da gerçeklikle ilgili perspektifi genişletmeyi öngörür. Gerçekliği ölçülebildiği kadar ifade ettiğimizde, aynı olay veya olguya dair her zaman alternatif, hatta birbirine çelişik açıklamaların olabileceğini de metodolojik olarak kabul etmiş oluruz. Ancak bu yanılsama ve çelişkilerin insanın bilme yetisinden kaynaklandığını, esasında gerçekliğin bir bütün olduğunu da kabul ettiğimiz için bir metodoloji ortaya koyulabilmektedir. Yani bilimsel düşünmede tek tek olaylarda kalmak üzere akıl yürütmeyiz, tüme varmaya çalışırız. Bu sayede yeterli bilginin elde edildiğini varsayar ve bu varsayımla yeni gözlemler yaparız. (s.97)

Bilimsel düşünmenin esaslı kesinlik değil, sonucun yeni veriler ışığında yeniden oluşturulabilmesidir. (s.98)

Tecrübelerimizden hareketle sonucun doğru olduğuna inanmak yanlış olmasına inanmaktan daha rasyonelse sonuca yüksek olasılık; yanlış olmasına inanmak daha rasyonelse düşük olasılık deriz. (s.104)

Bir olgu veya olayın nedenine dair desteklenmemiş bir sonuca varmaya hatalı neden safsatası deriz. Örneğin art arda geldi diye iki olay arasında nedensel bir ilişki olduğunu düşünmek bizi bu safsataya düşürür. (s.114)

Bir konuda düşünürken kendi inancımızı destekleyen kanıtı daha ikna edici buluruz. Daha da önemlisi, kimi zaman inancımıza ters düşen kanıtları bilinçsizce gözardı ediveririz. Mesela bir arkadaşımızın genelde geç kaldığına dair bir izleniminiz varsa sadece onun geç kaldığı zamanlarda bunu hatırlarız. Zamanında geldiğinde bu izlenim aklımıza gelmez. (s.116)

Herkes hata yapar. Herkes akıl yürütme sırasında safsatalara başvurur. Kendimiz hariç. Herkesin yanlış kararlar aldıran taraflı görüşlere sürükleyen bilişsel eğilimleri vardır. Kendimiz hariç. Diğer insanların söz ve davranışlarını değerlendirirken kullandığımız bilişsel araçlar, safsataları veya eğilimleri tespit etmede oldukça etkiliyken, kendi hatalarımızı saklayamaz. (s.120)

Aktaran: Cenk Baran

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir