Umursamaz Konuşmalar

“Ne kadar da umursamazsın.” dedi kadın, “Senin yerinde olmak isterdim. Yani kendi hayatımı bile takmayarak. Aklım o kadar karışık ki bunca yaşanmışlıktan sonra.”

O sırada yalnızlığını yalnızlığı ile pekiştiriyordu adam. Kaderin cilvelerinden yorulmuş, boş ve anlamsız bakışlar atan gözlerinin altları âdeta mosmor olmuştu. “Hiç kimse” dedi, “Başkası olmak istemez. Evet, her zaman içimizden geçen bir dilektir başkası olabilmek. Ancak anlamak istemediğimiz şey de şudur ki; olmak istediğimiz kişilerinde acıları vardır. Ve onlarda bizim gibi başkası, belki de biz olmak istiyorlardır.”

“Evet ama” dedi kadın, “Baksana, sen artık insanları aşmışsın. Onların ne düşüneceklerine bakmıyorsun, yaptığın şeylerin toplum tarafından iyi ya da kötü olduğunu umursamıyorsun. Bir şey söylemek istediğinde kalp kırabileceğin ihtimalini bile düşünmeden doğru bildiğin şeyi savunuyorsun. Üstelik karşındaki insanda ne gibi bir psikoloji oluştuğu umurunda bile olmuyor. Ben ise gerçekten zayıfım. Benim için başka insanlar çok anlamlı. Ve bu yüzden çoğu defa kırılıyorum. Karşımdaki insanlara hep inanıyorum ve her defasında aynı sonuç oluyor; en yakınıma gelenler benden çıkarlarını karşılayıp gidiyorlar. Çok yoruldum.”

Adam çayından bir yudum aldı. “Hiç” dedi, “Çeşm-i Siyahım türküsünü dinledin mi?” “Bilmiyorum” dedi kadın utanarak. “Çeşm-i Siyahım’da, Âşık Sermayem derdimdir, servetim ahım/ Karardıkça bahtım, karalansa da der. Benim de sermayem derdimdir. İnsanlara mesafe koyabiliyorsun, onlar umurunda bile değil diyorsun. Evet, doğrudur. Çünkü onları sevemiyorum. İnsanlardan kaçıyor ve odamda kendimle kalıyorum. En güzel müzikleri dinleyip, en güzel filmleri izliyorum. Üstelik kitaplarla geçirdiğim vakti saymıyorum bile. Dışarıdan bakıldığında gerçekten de entelektüel ve zarif, hayatı anlamış, aynı zamanda insanlara uzaklığıyla ukala ve sır dolu biri olarak görülebilirim. Ancak insanlardan kaçmama rağmen insan ilişkilerinden aldığım sıcaklığı bu tür şeylerle karşılayamıyor ve bu iki dünya arasında sıkışıyorum. İnsanlardan her kaçışımda da yalnızlık, bu yüreksizliğimi yüzüme vuruyor.” dedi ve aniden ağlamaya başladı. Onun hayatına özenen ve özendiği kişinin yenilmişliğini gören kadın da hafiften ağlamaya başlamıştı. “Yapma ne olur” dedi, “Kalbi bu kadar güçlü olan birisi hiçbir zaman ağlamamalı.”

Adam tüm bu umursamazlıklarına ve hayattan tat alamamasına rağmen gerçekten de yenilmişti. Cümleler, dudaklarına tanımsız bir yorgunluk bırakıyordu. Bir kadının karşısında, acziyetini görüşü onu hepten ağlamanın eşiğine itmiş ve şimdi tüm bu olanlara yalnızca gözyaşlarıyla karşılık verebiliyordu. “Ne istiyorum biliyor musun?” dedi adam, “Yalnızca ölmeyi. Kimseden bir şey ummadan. Olacağını bilsem; bedenimin toprağa karışmasını ve bitkilerle beraber yeşermesini isterdim. Ki hiçbir insana yük olmayayım. Ben yaşayamayanlardanım. Bedenim güçlü ama kalbim çok zayıf. Her an, her saniye yenilgim vücuduma tesir ediyor. Ne anlayabiliyorum, ne de anlatabiliyorum. Tüm bu olaylara ve insanlara karşılıksız kalmam, hayatımı idare edemediğimdendir. Duruşumdaki sağlamlık ve uzaklık yalnızca hayata adapte olamayan bir insanın kendisini koruyabilme içgüdüsü. Bu yüzden hep yalnız kaldım. Daraldım ve kendim oldum. İnsan, varlığının özüne ulaşmak ve yaratılışı anlamak istiyorsa acı çekmelidir. Ben çağı anlayamayanlardanım. Tükendim ben. Bittim.”

Hiçbir cümle yoktu ki adamın yenilmişliğini anlatsın. Ve kadın, adamın başını göğsüne yasladı “Maddi yaralar değil” dedi “İnsanı yoran. Yalnızca göğsümüzde taşıdığımız manevi yaralardır.”

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • muhtar , 20/12/2015

    En baştan başlayalım,bakalım zamanın bizi güneşli günlere ulaştırma emeli ne menem bişeydir..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir