
Bir Kadıköy Hikâyesi:
Talat ile Fitnat’ın Mümkün Olamayan İzdivacı Üzerine Notlar Yahut Birkaç Diyalog
“Sen beni kırıyosun!”
Bu lafı işittiği sırada kırdığı cevizlerin kabuklarını düşündü. Batmaya başlamıştı.
“Fındık kurdum”
Bu laf ona fındık kıracağı alması gerektiğini hatırlattı.
Sonra kırk sekiz parçalık yemek takımının meze tabağı elinden düşüp yere bocalanmıştı geçen hafta. Takım eksilmişti. Yenilenmeliydi. Üstüne üstlük birkaç da bardak kırılmıştı. Onlar da yeni takımlarla değiştirilmeliydi. Hepsini birden almak istedi. Kırılmış her ne varsa.
“Sen beni kırıyosun!”
Bu lafı ikinci defa işittiğinde şöyle iri gövdeli bir ceviz ağacı olsa da yaslansam diye geçirdi içinden. Dibe düşen birkaç cevizi de borlar yerim. Hiç fena olmaz.
“Bak benim de dişim kırıldı. Dişçiye bile gitmedim. Hatırlarsın kolum kırılmıştı, hastaneye bile gitmedimdi de çıkıkçı Ayfer’e gitmeye ikna olmuştum. Seni kırdığımı düşünmene çok kırıldım bilesin.”
“Sen beni kırıyosun!”
Kadın, dilde başka bir cümle, lügatte farklı bir kelime bilmiyormuşçasına diretiyordu. Kendisi için hazırlanan sürprize de ayak sürüyordu böylece. Hâlbuki kendisine hazırlanan sürprizi bir duyabilmiş yahut anlayabilmiş olsaydı Lüzumsuz Adam’ı ezberden okurdu ona; daha ne hikâyeler, dil dökmeler, allanmış yanaklar, pullanmış etekler…
Fitnat, ruhundaki girdabı Talat’a dolamak üzereydi. Zatürre mevsimi için atkıdan daha sıcak tutacağı kesindi. Talat daha fazla “Sen beni kırıyosun!” işitmemek için nelerini vermezdi, nelerden vazgeçmedi ki? Fitnat ise fındık kurtlarının sürekli yapageldikleri şeyi yapmaktan çekinecek değildi. Neydi bu peki? Taze fındığın içine etmek! Yahu hiç olmazsa kurusuna dadan be kardeşim. Yok anlamaz.
“Sen beni kırıyosun!”
Talat daha fazla dayanamayacağını ima etmek istedi ve Kadıköy’ün orta yeri sayılabilecek bir sokağında (İmge Kıtapevi’ne kıvrılan sokağın hemen altında) “Seni bu kadar insanın içinde bir kırarım bacakların gövdeni unutup kaçarlar, bilmiş ol!” Vayyyyy! Bu ne öfke? Fitnat buz kesmiş vücudunu evde unuttuğu hırkasının aklına düşen kısmıyla ısıtadursun, Talat sevmek üzere olduğu kız için hazırladığı sürprizi çoktan çöpe atmıştı. Birbirlerini çok az tanıyan bu ikili, hangi aralıkta küsmelere bahaneler buldu bilemeyiz ama Talat o gün tek bir cümleyle ahir ömründe yaşayabileceği ıstırapların ballı böreklisini tatmış ve bir daha olsun böyle oltaya gelmeyeceğini kafasına kazımıştı. “Ben nasıl bir zoka yuttuysam, boğazımda düğümlendi, ay kız doğru düzgün cevap da veremedim. Oysa epey saydırdı bana. Ben onun yanına komam bunu. Du bakalım. Öyle insan içinde imalar, laf komalar filan… Hesabı kapatmadan defteri dürmem ben, dur sen, du…” diyerekten diş bileyen Fitnat’ın içi bir hoş olmuştu. Kırıldıktan sonra hep böyle olurdu.
“Sen beni kırıyosun”lu cılk yaradan mürekkep dermansız hastalığın pençe izlerini taşıyan iki genç, birbirlerinden intikam almak için yeminleşip ayrılırken Talat ve Fitnat’ın aşkı Kadıköy’ün sokaklarında birer sigara izmariti gibi eziliyordu.
“Sen beni kırıyosun!”
Sürekli devam eden bir eylemdi. Dünyaya ait değildi. Satürn’den geldiği konuşuluyordu hatta. Bir göktaşının üzerinde gelmiş. Yapacak bir şey yok. Düştüğü yerden kedilere bulaşmış ilkin. Kediler insanlara sırnaştıkça çoğalmış bakteri. Çok güzel dünyamız var ama kıymetini bilmiyoruz be abi. Baksana bütün bok püsür uzaydan geliyor diyorlar.
“Derler Talat’ım, derler. Sen bakma onlara.”
“Eee. Ne yaptın? Fitnat nasıl?
“Beni çok kırdı abi”
“Sen çok mu düzgünüm diyorsun şimdi?”
“Bu güne kadar bardak kırdım, tabak kırdım, dişimi kırdım, kolumu kırdım ama o kadar kısa sürede bi kızı kıracak kadar kötü biri değilim diye biliyordum.”
“Hadi ordan! İki yıl oldu.”
“Sen beni kırıyosun ama”
“Ne kırcam seni bee”
“Yok, yok kırıyosun abi”
“En son çay bardaklarını kırdı bizim çırak. Tepsiyi kafasına oturttumdu. Bak astım duvara Dali’ye nazire yapmışsın dedi bi oğlan; resim mi okuyomuş ne. Ulan dedim, resim okunur mu beee.”
“Çocuk kırılmıştır.”
“Olum o göktaşı senin bi yerine mi saplandı acaba? Sürekli kırdın, kırıyosun, kırmışsındır… Ne lan bu? Tanımadığım birini kıramam. Önce tanımam lazım. Ondan sonra duruma göre itinayla kırarız, icap ederse.”
Mehmet Erikli