Sulhi Ceylan ve Bahadır Dadak’tan minimal bir öykü…
***
Bahadır Dadak huzursuz düşlerinden uyandığında kendini papatya desenli şezlongunda korkunç bir kelebeğe dönüşmüş olarak bulmadı. Neden bulsundu ki? Rahmetli babası emlak vergilerini ödeyen, namuslu biriydi. Üstelik BAĞ-KUR emeklisi idi. Bahadır, ömrü boyunca ontolojik sancılar çekmek istedi ama başaramadı. Çünkü, maalesef, doğuştan mutlu biriydi. Mutlak itaati şiar edindiği karısıyla çamurdan, Halime isminde bir oyuncak yapmış, sanki dünyanın en özel yaratığıymış gibi onun en sıradan anlarını bile cümle âleme dehşet verici anılarmış gibi anlatarak serotonin katsayısını arttırmaktan başka bir uğraşı yoktu.
Sulhi Ceylan da huzursuz düşlerinden uyandığında kendini Pokemon desenli yatağında korkunç bir kelebeğe dönüşmüş olarak bulmadı. Neden bulsundu ki? Sophenour’dan yaptığı iktibaslardan oluşan “İnsanı Kalaylamak” isimli Punk Rock albümü aylardır Avrupa müzik listelerinin başındaydı. Bileklerini kesen süzgün bakışlı kızları tâ en başından affetmişti. Onların bundan haberi yoktu ve bu gizemli huzursuzluktan haz devşiriyordu. Esasen, mutsuzluğun iğne oyasıyla ördüğü makromenik hamağında Nutella yiyip hacıyatmaz gibi sallanırken, o da içten içe mutluydu!
Cıvadan ağır bir Haziran sabahı Sulhi’nin telefonu acı acı çaldı. Bir telefon nasıl acı acı çalar diye bir an olsun düşünmedi. Boğazını temizledi, Ballı Hardallı Gong’unu ve Oliver Socks’un “Karısını Şapka Sanan Adam” kitabını masaya bıraktı. Üç yüz yıldır giydiği sarı ceketini omuzlarına atarak sağanak yağmuru izlemeye koyuldu. Telefon acı acı çalmaya devam ediyordu. Neden sonra buğulu camda aksini izlemeye koyuldu. Buğulu camda aksini nasıl izleyebildiğini bir an olsun düşünmedi. Geri çevirdiği metinlerin ardından da bu gizli hazzı ziyadesiyle duyumsuyordu. Ani bir hareketle telefonu açtı.
Arayan Bahadır’dı:
“Abi çok canım sıkılıyor. Kedisinin tırnaklarını kesmediğimiz için bir kadın bağrını yırtarak çıngar çıkarttı ve üzerime enerji içeceği döktü!” dedi.
Sulhi, üç yız yıldır giydiği ceketini tekrar giyerek cevap verdi. Sesi çok hüzünlüydü:
“Benim de çok canım sıkılıyor hacı. Hadi ortak bir hikâye kaleme alalım!”
Bahadır, tamam abi dedi ve telefonu kapattı. Bir veda cümlesine, ucuz bir reveransa bile gerek duymadan pat diye telefonu kapattı. Çünkü çok fazla Amerikan filmi izlemişti.
Geniş, üzerinde akşamsefaları açan bir ovayı andıran ama bir dirsek boyu altında devasa kara mayınları döşenmiş sıkıcı hayatlarında güvercin adımlarla yürümeye devam ettiler.
4 Yorum