Bazen, “şiddettin fiziki tarafları dışında uygulanabilir başka formları olur mu?” diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Suçun hatırlanmasını daha fazla sağlayabilecek tarzda cezalar veya anlık şiddet barındıran uygulamalar. Üst düzey bir düşünür bu işe niye kafa yormamış diye de hayıflanıyorum arada. Ceza kuramlarına takılmakta istemiyorum. Çünkü cezalar, herkese aynı şekilde uygulandığından belli bir rutine sahip. Bunu zaten birileri çekmiş, ben de çekerim dendiği anda cezanın sihri bozuluyor. Bunun dışında geriye kalan, uygulanabilir şiddet alternatifleri oluyor. Hem de muhakemesiz…
***
Yine o gencin bakışları geldi aklıma, ne garipti. Etrafı sessizce kesen gözleri, üstten bakan mimikleri, bana hiç uymayan saç biçimi ve kıyafet tarzı… Üstelik kendisinin farkında olduğu şeylerin ben de farkındaydım. Niye kandırıyorduk ki birbirimizi? İkimiz de aynı mesele üzerine sessiz bir bağ kurmuştuk. Arada göz göze geldiğimiz zamanlarda da “eyvah” der gibi bir hali de yoktu. Aslında pişman değildi işlediği suçtan dolayı ama ben içimde bir tarafımda, kısa bir süreliğine affetmiştim onu, çünkü yaşı daha gençti. Ancak şu da gözden kaçmayacak bir detaydı ki, ikimizde aynı topraklarda büyümüştük. Sonuçta aynı gelenek ve görenekler, aynı âdetler içinde şekillenmişti ahlaki yapımız. Bu yargılara varırken ona gittikçe kızmaya başlamıştım. Bu sinirim, galiba bir süre daha devam edecekti. Sadece yaş farkının arkasına sığınılarak işlenecek bir suç değildi bu.
Yaşlı teyzenin gözleri hüzünlü bakıyordu, belliydi ayakta zor durduğu. Arada göz ucuyla ona bakarken, hayatın neresindeyim diye düşünmekten alamadım kendimi. Birden, hayatımı onun yaşadığı hayatla kıyaslamaya başladım. Onun yaşadığı yılları, terazi kefesinin bir ucuna koyarak tarttım kendimce. Ağır basan tarafları düşündüm, eksileri, artıları; doğruları ve yanlışları. Sonra kızdım kendime bu kıyas için. Acaba âdil bir adâlet tartısı mıydı bu? Sonrasında elindeki çanta dikkatimi çekti. Marka düşkünü bayanların kullandıklarına benzemeyen o çanta, içinde neler taşımıştı kim bilir? Çocuklarının evlilik resimleri, torunlarının doğumlarına tanık olan fotoğraflar, eski milyon liralar, kuruşlar… Birden babaannemi hatırladım bu çantanın verdiği hisle. Rahmetliyle, her emekli maaşını çekmeye gittiğimizde yediğim dondurmalar, akide şekerleri geldi aklıma… Ve ne zamandır kendisine dua etmediğimi anımsadım utanarak.
Genç adamla daha fazla göz göze gelmeye başladık. Onun vicdanına daha fazla seslenecektim artık, o yerden kalkmalı ve babaannemi hatırlatan ayaktaki teyzeye yer vermeliydi! Olay benim için gerçekten çok ciddiydi. Hatta bir ara uyur gibi yaptığını fark ettim, ama gözlerinin kıpırdaması onu ele veriyordu. Otobüsün başka koltukları da vardı oysa ve ben neden sadece bu koltukta oturan gence odaklanmıştım? Etrafı hafifçe göz ucuyla kolaçan ettim. Sağ köşede koltukta oturan adam kaç yaşındaydı acaba? Derken ayakkabılarına gözlerim takıldı. Oldukça yıpranmışlardı ve üzerinde hâlâ tâze çamur vardı. Ayrıca tozlu elbisesi ve bir an göz göze geldiğimizde, bana; “ben olamam” diyen gözleri, kararımdan vazgeçirdi. Acaba herkes şu an ki önemli hadisenin farkında mıydı? Derken tekrar gence odaklandım. Üstelik bakışlarım bu defa daha sertti. Onunla tartışma senaryolarını kafamda hazırlamaya başlamıştım. En kötü ihtimalle, çevremdeki yolcularında desteğini alıp gâlip gelebilirdim.
Âniden, gencin bir arka sırasında oturan, orta yaşlardaki bir bayanın uzattığı kol değnekleri başımdan kaynar sular dökülmesine neden oldu. Çocuğun koltuk aralığındaki tabla yüzünden göremediğim sağ bacağını, ayağı kalkmaya çalışınca fark ettim. Altındaki eşofmandan anladığım kadarıyla, diz kapağının aşağısı sadece kıyafetin kendinden ibaretti. Vicdanım sızlamaya başladı. Bu gerçekten affedilemeyecek bir suçtu. İlk durakta indiler ama benim de içimde bir şeyler indi sanki. Bir sonraki durak ise babaannemi andıran teyzenin durağı olmuştu. Son durağa yaklaştıkça da, herkes için oturabilecek bir yer vardı artık…
Edebifikir