Pembe Battaniye

Kasımın on yedisinde, ayazın pencerelerden uğultularla odaları sardığı gece, yedi kardeşin sonuncusu olarak dünyaya geldim. Tek vasfım var, yedi çocuğun sonuncusu olmak. Varlığımın annemin şefkatli kolları haricinde kimsenin umurunda olmadığı bu yerde,  tek hayat gayeleri karınlarını doyurmak olan bir ailenin heybesine bir ekmek fazladan yük olmaya geldim. Doğmadan ışıltılı törenler, sevinç naraları, ağlamalar, sarılmalar, balon patlatıp cinsiyetimi kutlamalar falan da olmamış. Anlımdan öpüp bir isim koymuş babam, sonra tarlaya dönüp işine devam etmiş, o kadar.

Ben Garam, Halepliyim. Doğduğumda kimsenin umurunda değildim, öldüğümde de kimsede bir eksiklik hissettirmeyeceğim. Varlığım ismim kadar ve duyulmayacak bir sessizlikte kaybolup gideceğim. Annem yüksek proteinli ve lifli gıdalarla beslenmedi, bende toplasan bir ekmek ancak ederim. Beyaz bir çaputla kundaklanan bedenim bir battaniyeye sarılırken, titreyen bedenime sarılan annemi hissettim ilkin. Anne sen ne kadar da güzel bir şeysin, Allah’ın bu dünyada tutunacak dal olarak verdiği en güzel şeysin. Babamı çok göremedim, evdeki ocak tütsün diye çıkıp gittiği günlerden geriye yorgun ve derin bir sessizlikle döndü. Uzaktan izledi beni, gülümsedi ve bir köşede uykuya dalıp gitti.

Babamın üç kardeşimi de alıp evden çıkacağı o gün farklı bir şey oldu. Babam ilk defa sobanın yanında duran beşiğime yanaştı. Beni göğsüne alıp kokladı, kokladı… Bir çiçeğin kokusunu, bir gülün kokusunu koklar gibi kokladı. Baba dedim içimden, bu dünya sırf sen varsın diye bile güzel ve güvenli bir yer.

İşte o gün; babam kapıdan çıkalı daha az bir süre olmuşken, annem beni sırtına bağlamış ahırı temizlemeye gidecekken, yüksek sesli bir çığlıkta babamı ve üç kardeşimi kaybettim. Annem baygınlığını atıp uyandığında ben ağlamaktan kırılmış, nefessizlikten ölecektim.

Ben Garam Halepliyim. Şehrime düşen bombalarda her şeyimi kaybettim. Saf suyla dokunmuş bezlerle sarılan, bambu yataklarda yatan, giyilmemiş ve giyilmeyecek elbiselerle dolu gardıroplara sahip o çocukların yastıklarına takılan altınların gramından daha az bir şeyim. Toplasan işte ancak bir ekmek ederim. Annemin kesilen sütü yerine ağzıma akıttığı un bulamacından değil, babamın ekmek almaya giderken bir daha dönmeyecek olmasından kalan şeyim.

Annem enkazın altından geriye kalan eşyaların tümünü iki bavula sığdırırken benden büyük kardeşim Hişam, yıkılan evimizin altında kalan montu için ağlıyordu. İnsanların akın akın terk ettiği bu yerde, çok hatıram olmadı benim. Gökyüzünde gezinen kuşları, kırlarda yeşeren papatyaları göremedim mesela. Bahçemizde yetişen siyah ve tatlı üzümlerin tadına bakamadım, sokaklarda koşup oynayamadım, bisiklete binemedim. Benim doğduğum gece gökyüzünü kaplayan karanlık, gündüz olunca da geçmedi. O karanlık babamı ve üç kardeşimi yuttuğunda ben artık güneşin bile aydınlatamayacağı kuyudaydım.

O gün,  bombaların bizim evi vurduğu gün; ağlamaktan yorgun düşen bedenime bir güç verdi Allah. Artık ne yaparsam yapayım ağlayamıyorum. İnsanların çaresizce eşyalarını yükleyip terk ettiği bu yerde çocukların haykırışlarına eşlik edemiyor oluşum da bu nedenden. Ağlamak en çok benim hakkımken büyüklerin bu kadar ağlamasına da bir anlam veremiyorum. Ağlamayı bile elimden alan bu dünyaya artık sadece gülmek istiyorum. Gülmek istiyorum; İsveç’te iklim değişikliği toplantısında sesini yükselten o kızın giydiği ayakkabı parasıyla bir köyün doyabilecek olmasına, doğmamış bebeğine tektaş yüzük alan insanların ‘savaşa hayır’ sloganı atmasına… Benim gibi binlerce çocuğun ölmesi madem kimseyi ağlatmıyor, madem artık ağlamak da gülmek de onların hakkı; işte sırf bunun için bile gülmek istiyorum.

Ben Garam, Halepliyim. Annem geride kalan çocuklarının hayatlarını kurtarmak için sınıra doğru var gücüyle yürüyor. Zayıflamış ve dermansız kalmış dudaklarıyla Allah’a yöneliyor. Üşüyen kardeşlerime kendi montunu bölerek vermiş, beni de göğsüne iyice sararak yoluna devam ediyor. Ben Garam, yoruldum ve boğazıma takılan şeyin artık sesimi tamamen tüketmesine engel olamıyorum. Annem sesim çıkmayışına alışmış olsa da üstümü açıp kontrol ediyor, dudağıma bir parmak un bulamacını sürüp örtüyor. Ben ayaklarımdan dizlerime oradan vücuduma doğru uzanan bir üşümenin yayılmasıyla uzun zamandır tatmadığım bir tatlı uykunun içine dalmak üzereyim.

Ben Garam Halepliyim. Bir otobüs terminalinde annemin koynunda ağzımda bir parmak un bulamacıyla ölmek üzereyim. Doğduğumda kimsenin umurunda değildim, öldüğümde de kimsede bir eksiklik hissettirmeyeceğim. Varlığım ismim kadar ve duyulmayacak bir sessizlikte kaybolup gideceğim. Annem yüksek proteinli ve lifli gıdalarla beslenmedi, bende toplasan bir ekmek ancak ederim. Beyaz bir çaputla kundaklanan bedenim pembe bir battaniyeye sarılırken, titreyen bedenime yetmeyen annemin kucağında birazdan öleceğim.

 

‘’Halep kentindeki savaştan kaçıp yürüyerek Hatay’a, oradan da İstanbul’a gitmek üzere Adana otogarında otobüs bekleyen 33 yaşındaki Nesrin Berdoş’un 1 yaşındaki bebeği Garam, besin yetersizliği ve soğuğa bağlı olarak yaşamını yitirdi.’’

 

Enes Can

 

 

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • sena , 03/05/2020

    Patik Yap, Kunduracı

    Patik yap, kunduracı, bol bol patik;
    Bebeler için, ilk adımı atacak
    Çocuklar için, koşacak oynayacak…
    Terzi abla, minimini elbise dik,
    Yazlık, kışlık, mevsimlik…
    Saçlarına kurdelâ,
    Bileklerine bilezik…
    Ama şu dünya hali, bin türlü kaza, belâ,
    Ama bunca hastalık, gıdasızlık, verem;
    Tabutçu, ölçünü büyük tut, büyük!
    Çocukların öldüğünü istemem…

    Ziya Osman SABA

  • Evladı yaşayan Bir "anne" , 19/03/2020

    Evladını kucağına alalı 5 ay olmuş bir anne olarak…
    Utandım… Boğazımdan geçen her lokma için. Çocuğum zayıf deyip kederlendiğim için. Şunu bunu alamadım çocuğuma diye hırslandığım için. Ama en çok bu yazıyı okuduktan sonra da aynı şeylere devam edeceğim için.
    Öyle güzelmiş ki bebekler, öyle masummuş ki bir anne kadar bilemezsiniz. Ve o kadar acı bir şey ki onları, insanların bin bir türlü nimetlere gark olduğu bu milenyum çağında, açlık gibi basit bir sebepten kaybetmek.. Bilemeyiz..
    Böyle şeyler yazıp da vicdanları uykudan uyandırmayın, bırakın bu işi yapanların hesabı en acı şekilde çıksın mahkeme-i Kübra da. Ve seyredenler yaşayadursunlar hayat dedikleri zanla..

  • tuba , 18/03/2020

    Cok icten, derine işleyen bir yazı olmus.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir