Bir saat kırk iki dakika önce sokaklarını adımlamaya başlamıştı gecenin. Sokaklar gecenin damarları gibiydi. O ise antikorların savaş açtığı bir mikrop gibi hissediyordu kendini. Böyle hissetmeye başlaması dört yıl öncesine tekabül ediyordu.
Evet, tam dört yıl olmuştu hayattan beklentilerini siyah kurdeleli bir şişeye koyup denize bırakalı. Dalgaların şişeyi büyük bir istekle sahiplenmelerinin hemen ardından denize sırtını döndüğünde, batan güneşin önüne düşürdüğü gölgesiyle yoldaş olmaya karar vermişti. Gölgesi varken tek başınaymış gibi hissetmiyordu. Her karanlıkta gölgesinden bir parça olduğunu düşünmeye başlamıştı. Bu yüzden sevdi geceleri. Neredeyse doğduğundan beri böyle olduğuna inanacaktı, cebindeki fotoğrafın varlığını iki saniye bile olsa unutabilseydi.
Hava serindi. Yürümeye başladığında yağmur yağıyordu. Yağmurun ruhundaki kirleri temizleyeceğine inanıyordu. Yağmurda yürümek bir nevi aklanma seansıydı onun için. Seans biteli yaklaşık bir saat olmuştu. Sırılsıklam olan kıyafetleri nemli kalmaya yüz tutmuş olsalar da tenine değdikçe içini ürpertiyorlardı. Geceyle takım giyinmişti dört yılın her bugünü. Göğüs kafesinin altının da siyah olduğunu düşünmeyi seviyordu. Oraya da gölgesi düşmüştü. İçi kararmıştı ve kalbi de yas tutmalıydı. Ona göre beyin kıvrımları küflenmiş, hayata tutunan kolu fıtık olmuş, algıladığı her renge biraz siyah bulaşmıştı. Hatta gözündeki sarı nokta bile kararmış olabilirdi.
Saatin gelmesi için dolanıp durmuştu bu kadar zaman ve sonunda beş dakika kalmıştı. Adımlarını sıklaştırdı. Gecikmek istemiyordu. Geleneği bozamazdı. Yanından geçen arabaların seslerini duymamak için sağır, farlarını görmemek için kör olmayı diledi. Ama her adımında arabaların her biri içine itinayla ördüğü duvara çarpıp tüm dünyanın dengesini şaşırtan depremlere neden oluyorlardı. Sevemedi hiç arabaları.
Neyse ki az kalmıştı. On üç adım sonra dört yılda dördüncü ziyaretini gerçekleştirmiş olacağı banka varacaktı. Öldüğünde bu on üç adımlık mesafeye gömülmeyi vasiyet edecekti. Ruhunu zaten buraya gömmüştü. Cansız bedeni ise en çok buraya yakışırdı. Banka yetişti. Dört yıl önceki gibi oturdu. Hava hâlâ serindi. Saat 22.55 oldu. Adam gözlerini yola dikti.
On üçüncü adımın sabitlendiği noktada bir kadın ve kadının sol avucunun içindeki minik elin sahibi küçük bir kız çocuğu beliriverdi. Adam sinemaya geciktiği için bankta onları bekliyordu. Kadın gülüşünü cennetten çalmış gibiydi. Gamzeleri tam içine kıvrılıp huzur uykusu çekilmelikti. Küçük kız ise şimdiden kadına meydan okuyordu. Rüzgârda savrulan saçları mutluluğun destanını yazıyordu gökyüzüne. Adam hiç sıkılmadan sonsuza kadar bu destanı okuyabilirdi. Kadın adama bakıp gülüyordu, küçük kız bir an önce adama sarılabilmek için annesinin elini çekiştiriyordu, adam kollarını açmış bekliyordu. Ani bir fren sesi kucakladı adamı. Küçük kız ve kadın on üçüncü adımın orada yatıyordu. Fren sesine karışan bir “baba” fısıltısı bir yıldızdan bir yıldıza çarpıp büyüyerek tüm geceyi kapladı. Ay şahitti. Adamın kolları banka düşmüştü, sonra elleri yumruk olup boğazına oturdu. Kırmızılar içinde yatan iki meleğe baktı tüm şehir. Adam için asıl gece o zaman başlamıştı.
Eli cebindeki fotoğraftaydı. Kadın ve küçük kız da cebindeki o fotoğrafta. Yanakları ıslanmıştı. Kirpiğinden bir damla daha süzüldü hıçkırık denizine ve o denizde boğdu adam kendisini. Aynı filmi aynı bankta dördüncü izleyişi olmuştu. Dördüncü kez kızının ve karısının ölüşünü izlemişti. İçi acıyordu, gece de ona acıdı. İki mezardı o gecenin hâsılatı. Adam iki mezar toprağını omzunda taşımaya başlamıştı.
Saat 23.02 oldu. Ölümün soğukluğu sarmaladı bu her metrekaresi acı tüten şehri. Hava daha da serinledi. Seyrek de olsa yoldan hâlâ arabalar geçiyordu. Adam arabaları duymaktan vazgeçti. Tüm şehir sustu. Rüzgârın aralarına girdiği yaprakların arkasından gelen sesleri dinledi. Kızını kokladı, karısını gördü o seslerde. Gözlerini kapadı adam. Bankın demirinde gezinen karıncanın içi burkuldu. Dört yıllık hüzün bulut oldu, yoğunlaştı, toprağa karıştı. Adam nerede olduğunu unuttu, zaten dünya da dört yıl önce onu bu bankta unutmuştu.
Şikâyet etmedi. Karıncayı bankta yalnız bırakıp evine uyumaya gitti. Yarın mezarlığa gidecekti, tıpkı dört yıl önceki gibi. Cebindeki fotoğrafı başucuna koydu. Alarmını kurup yattı. Geç kalmak istemiyordu.
Hayatta birçok şeye geç kalmıştı. Ölümden de on üç adım geride yaşayacaktı.