Müsaade

Sessizce duruyorlar. Hiç kimseye acımamışlar gibi. Acımasız insanlar sessiz kalır derlerdi. Doğruymuş. Sanki bunların hiçbirini onlar yapmamış. Bir de çok meşguller. Bir an bile kafa kaldıramıyorlar. Tabii ya. Bu yaptıklarınızdan sonra sessiz kalmak dışında ne yapabilirsiniz! Yüzüme de bakamazsınız. İstediğim tek şey vardı sizden. Bana biraz müsaade edin.

Uzun süredir düşünmek istediğim şey için ancak vakit bulmuştum. Gidecektim Azizoğlu’na, oturup uzunca düşünecektim. Kendimi şımartıp bir tatlı söyleyecektim. Yanına da çay… Ama çay sevmem ki ben. Elmalı soda. Telefonu da kapatacaktım. Gıy gıy çalan müzik falan da olmasın. Bu saatte beni kim rahatsız edebilir? Bu fırsatı kaçıramazdım.

Telefonu kapatamadan arandım. Numarayı bilmiyorum. Zaten kim olduğu da önemli değil. Kerem Bey, saati öne aldık. Peki, bunu yaparken bana sordunuz mu? Neden sorsunlar ki! Kim Kerem’i umursar da ona biraz müsaade eder. Sonuçta ben bir seçeneğim… O tarihte başka işleri çıkmış. Ne işi var ki bu firmanın. Koltuklarına gömülmüş, dünyayı ellerinde zanneden küçük insanlardan ibaret bir firmanın ne işi olabilir. Sizi bekliyoruz. Hımm, bekliyorsunuz… Tamam, dedim vakit öldürücüler, dediğiniz olsun. O zaman müzik çalabilir. Çay da olur. Tatlıyı boş ver.

Neyse, dedim en azından aradan çıktı. Pat biri geldi yanıma. Neden sırıttığını anlamak çok güç. Anlamsız sırıtık koydum adını. Halimi hatırımı sormaya gelmiş. Uzun süredir görmemiş de merak etmiş falan. Kerem, diyor… Bekliyorum. “Şu bir ara konuştuğumuz iş vardı ya…” Var mıydı? Ben hatırlamıyorum. “Bana yardım etmen lâzım.” Lâzım değil, bu bir! İki nerede? İki yok. Hiç olmadı. Hem iş senin işin arkadaş! Git, ne halin varsa gör. Olmaz demedim. Aslında olmaz. Olsun istemem. Yığınla işim var benim. “Bir ara gelirsin, bakarız.”

Bir müddet kimse gelmedi. Dedim ki evde bir kahve yaparım, ayaklarımı uzatırım mis gibi. Bir gece yolculuğu hayal ederim, ses olmasın. Telefonu çoktan kapatmışımdır. Sonra zil çaldı kafamda. Açmadım ilkte. Kafamın içinde bari rahat bırakın. “Kimsiniz?” “Enes’e bakmıştık ama yanlış geldik galiba.” Yahu telefonu kapattım ya ben. Bu telefonda olan bir şey değil miydi? “Yanlış kapı hanımefendi!” Hepten gidin!

Başımı ellerimin arasına aldım. Kadın, kafamda Enes’i arıyor hâlâ. Her çaldığı kapıyı ben açıyorum. Çık, git be kadın, yeter! Uzun bir ceket geldi yanıma. Gördükçe kaçtığım biri gibi duruyor ama ben kaçamıyorum. Bir sürü belgeyi göstererek “Akşama teslim edersin.” dedi. Hopp orda dur! Ben müsait değilim. Yok, yapmam ben bunları. Benim işim değil bunlar alooo. “Kaç gibi lâzım?” Lâzım falan olduğundan da değil haa. Hem yarın versem ne olur! İşini garantiye alacak ya. Tövbeee. Bağırtmayın ulan beni!

İnadına yapıyorlar. Benim kaçmamı istiyorlar. Zaten sevmiyorum da onları. Bakın işlerden oluşan insanlar! Siz iyisiniz, çok güzel bir işiniz de var. Bırakın yahu peşimi. Ben iyi değilim işte. Duymuyor numarası yaparsınız anca. Bana baksanıza siz! Ya da bakmayın boş verin. Kılınızı kıpırdatmayın. Yazdım ben bunları. Kurt kışı geçiriyor da bir şey düşünmeye vakti yok.

Bir yer bulmam lazım şimdi. Arkama bakmadan kaçıyorum artık. Bir yerlerde hâlâ beni soran insanlar var, hissediyorum. Ya da hissetmiyorum hiçbir şey. Duygu falan kalmadı zaten. Uzun yola çıkmaya hüküm giydim miydi o, nasıldı? Öyleyim.

Buradaki insanlar ne güzel. Kimse benimle konuşmuyor. Benimle bir işleri yok. Herhangi bir işi olmayan insanlar sever birbirini. Allah’ım… Benden rapor almaya gelen, destek isteyen, hesap soran, kafama yığınla belge çarpan insanlar yok dışarıda. Hatta şu yolda hiç insan yok. En sevdiğim yoldur insan olmayan yol.

Baktım en uzakta bir bank var. Kaçaklar gibi oturdum. Tünedim. Gelen giden var mı? Oh, atlattım galiba hepsini. Şu gelen de bana ilişmezse tamamdır. Buraya doğru yaklaşıyor ama. Görmemiş gibi yapayım. Ama ya “Bakar mısınız?” derse. Ona bakmamı, onunla konuşmamı isterse… Yok, bu defa olmaz, bakamam. Buyurun diyemem. Lütfen Allah’ım, lütfen bana bir şey söylemesin. Koştum sonra hızla. Saklanmam gerek.

İnsanlara çarpa çarpa koşuyorum şu an. Her biri dönüp benimle iletişim kurmak, benimle konuşmak istiyor. Ama hayır. Ben onları sevmiyorum. Uzun kunduralar, sarı saç üstü gözlükler, yerden yüksek alışveriş torbaları, üstü şal, altı pantolonlar arasında bir yer aramak ne zormuş. Bu kadar tantanaya ne gerek vardı değil mi? İstedim ki bana biraz müsaade edin. Sonra bir yola girdim. Benim gibi yarım kalmış sağlı sollu inşaatlar var. Allah’ım, dedim. Böyle yollar var ettiğin için sana hamd olsun.

Burada ölürüm galiba diye düşündüm. Yukarıdan biri bağırdı. Göremedim adamı. Burada ölemezsiniz beyefendi. Hayır! Katilim bu inşaat olsun. Ama olmaz. Ölürsem bulurlar bunlar beni. Ölmezsem de bulurlar. Bulamazlarsa düşünürüm. Bulurlarsa ölürüm.

Şurada durayım. Ya da şurada mı durmalıyım? Gelen giden var mı… Allah’ım, geliyorlar. Bismillah. Belki onlar gelene kadar… Bir gece yolculuğu… Ben… Hafif ses olabilir.

N. Cihan Karakurt

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Apaçimento , 21/03/2022

    Bu hikaye vakidir. Ben oradaki inşaat çimentosuyum. Adamı görüp “yazık adama bak” diye konuşmuştuk kürekle. Sonra işçilerden biri geldi. Kürekle beni bıçaklayıp başka bir yere götürdü. Ya işte bazen birileri sizi en yakınlarınızla bıçaklar.
    Adamı bir daha görmedim. Başına gelenlerin sorumlusu değilim. Bence katil kürek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir