Pedagogun Çocuğu

 

Meşhur pedagog İshak Vâki bey, oğlunu sahip ve mucidi bulunduğu “harsoloji[1] enti pofetif[2]” ilminin düsturlarına göre yetiştirdi. Sekiz yaşına vasıl olan Rüçhan, kurbağa suratlı yelken kulak bir şeydi. Vâki Bey onu pek güzel bulmakla beraber başıyla ensesinin bir çırpıda bulunmasından dolayı kendine benzeterek fevkaladeliğe namzet addederdi. Bu kanaatle oğlunun her hareketinin müstakbel sanatı ve dehası için bir işaret saymayı âdet edinmişti.

Bir gün Rüçhan, babasının bir buçuk metre uzunluğunda, isminin ilk harfini taşıyan kazbaşlı bastonunu beygir yapmış sofadan odaya, odadan sofaya koşup duruyordu. Her hadiseyi ilmî nazarla izah etmeyi bilen İshak Vâki Bey derhal çocuğun geleceğini şu vakadan sezdi:

– Bizim oğlan iyi bir süvari zabiti olacak.

Keşfinden refikasını haberdar etmek üzere seslenecekti. Fakat müstakbel süvari zabiti bu esnada annesinin soğutmak için pencerenin yanına koyduğu hoşaf kâsesine çarptı. Bir dakika sonra Rüçhan annesinin dizlerinde tersine iki büklüm olmuş kaba etlerinden dümbelekler çalınırken avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bu gür ve serbest sese dikkat eden pedagog baba çocuğun feryadı içeride çınlanırken:

-Görüyor musun hanım -diyordu– ne ses, ne âhenk!.. Bu çocuk muhakkak büyük bir musikişinas olacak. Onu konservatuara göndermeliyiz.

Ertesi gün Rüçhan, mektepten kulağı biraz daha evrâmış[3] ve çok kızarmış bir halde geri döndükten sonra hocasından intikam almak için bütün oda kapılarına kargacık yazısıyla “Recep Efendi eşektir” cümlesini uzun bir karalama halinde sıralarken annesi tarafından yakalandı. Akşamüstü vakadan haberdar olan Vâki Bey hadiseyi şu suretle izah ediyordu:

– Hanım bizim oğlan muhakkak gazeteciliğe atılacak ve siyası mücadelelerde parlak muvaffakıyetler kazanacaktır.

Bir gün sonra Rüçhan’ı büyük annesinin kanepe üzerinde kalmış oyalı yemenisinin allı yeşilli çiçeklerini küçük bahçe kovasıyla sularken yakaladılar. İshak Vâki Bey tabii ki bu harekette de müstakbel bir ziraat mütehassısının tohumunu bulmakta tereddüt etmedi ve büyükannenin derdini bu ilmî izahla teselli etti.

Ertesi gün pedagoga hürmetli bir misafir, meşhur bir harsolog gelmişti. Uzun uzun “Enti pofesyon”dan “harsoloji” den bahsettiler. Misafir gideceği zaman girişteki masa üzerine bıraktığı melon şapkasını bulamadı. Herkes mahcubiyetle öteye beriye koşuyordu. Nihayet Rüçhan’ı mutfakta buldular. Çamaşır teknesinin başına geçmiş misafirin melon şapkasını yüzdürerek cılık bir hale koymuştu. Türlü özürlerle şapkayı sahibine iade ederken peder bey bulduğu izahı yine söylemekten çekinmedi.

– Görünüyor ki bizim haylaz gelecekte iyi bir kaptan olacak.

Akşam yemeğinde çorbanın bir paket çivitle boyandığı anlaşıldı. Bu işi yapan Rüçhan’ın ağzını annesi bir tutam biberle güzelce sıvamıştı. Çorbanın çivitlenmesi tatsızlığına bir de yaygara müziği katılınca bütün ev halkının neşesi kaçtı. Bununla beraber yemeğe oturulduğu zaman Vâki Bey şu mütâlaaları yürütüyordu:

– Çivide karşı biber cezası, Rousseau’nun “Naturel reaksiyon” kaidesine[4] uymaz. Mesela biz de onu boyamalıydık. Fakat çocuğun bu hareketi açıkça gösteriyor ki ilmi tecrübeler için temâyülü[5] vardır. Kim bilir belki de meşhur bir kimyager olacak.

Daha bu sözler söylenirken böyle bir şefaati zaten bekleyen meşhur kimyager geniş kulakları ve kurbağa sîmasından taşan arsız sırıtkanlığıyla sofranın altından çıkıyordu.

Diğer bir gün ailece misafirliğe gitmişlerdi. Bir aralık Rüçhan kayboldu. Birçok aradıktan sonra kilerde yeni alınmış üç dört okkalık nefis tereyağı külçesinden eciş, bücüş bir adam heykeli yaparken buldurlar. Mektepteki çamur işlerine benzeterek bir şişe salça ile tereyağının sulandırmış ve renklendirmişti. Heykele de kömür tozuyla kaş, göz gibi teferruat ilave etmişti. Anne fena halde mahcup oldu. Fakat pedagog baba meseleye ilim gözüyle bakarak:

-Lakin –diyordu– hanım, bu çocukta inkâr edilemez bir sanatkâr ruhu var.

Ailece İshak Vâki Bey’in ilmine itimat edildiği için herkesin sabrı sonuna geldiği halde kimse bu âlimâne izahlara karşı ses çıkarmazdı.

Bir gün hiç ümit edilmeyen çirkin bir vaka oldu. İshak Vâki Bey yazıhanesinin üstünde hasırdan yapılma kâğıt tepsisinin tam ortasında çöreklenmiş pis bir yığın buldu. Bu fenalığın Rüçhan’a ait olduğu derhal meydana çıkarılmıştı. Pedagog oğluna karşı ilk defa şiddetli görünüyor ve yumurcağı doya doya pataklamak için evin içini dört dönüyordu. Çünkü o tepsinin içinde uzun senelerin mahsulü olan kendi son eseri vardı. Lakin bu defa meseleyi izah ederek teselli vermek nöbeti valideye geldiğinden refikası yolunu keserek:

– Bence bu işte telâş edecek hiçbir şey yok, dedi. Zira şu hareket çocuğun ileride gayet iyi bir münekkit olacağını açıkça izah etmiyor mu?

İbrahim Alâeddin Gövsa
Kaynak: Şen Yazılar ve Söz Oyunları’ndan, İbrahim Alâeddin Gövsa, Haz: İlknur Kirenci, Büyüyenay Yayınları, Sayfa: 25-28

[1] Hars, tarla sürme, çift sürme, toprağı sürüp ekme anlamında olup “Tarla sürülür gibi insan zihninin işlenmesi ve alınan ürün” anlamında Ziyâ Gökalp tarafından “kültür” kelimesi karşılığı olarak teklif edilmiş ve bir müddet kullanılmıştır.
[2] Entipüf: Sağlam bir temele dayanmayan, üzerinden işlenmeden, üstünkörü hazırlanmış olan, derme çatma, basit ve değersiz.
[3] Evrâm: Vücutta beliren yumrular, şişlikler.
[4] Rousseau’ya göre eğitim doğal güçlerin genişletilmesidir, bilginin edinimi değildir. Çocuk, dini, fikri ve sosyal biçimciliğin nesiller boyunca geliştirilen yapay reaksiyonları yerine kendi içgüdüsel ya da ‘doğal’ tepkisini ikame eser.
[5] Eğilim

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • münekkit , 17/02/2022

    Kitabı okumak için çok heyecanlandım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir